Son derece umutsuz görünen adam, yolda yürürken ileride bir ayçiçeği tarlası olduğunu fark eder… Hayat yolculuğunda yorgun düşmüştür ve kim bilir bu dünyada aradığı huzuru belki de orada bulacaktır. Tarlanın içine girdiğinde tüm ayçiçeklerinin ona doğru baktığını görür. Her biri onu âdeta selamlamaktadır. İçlerinden bir tânesi adama seslenir:

▬ Burada ne arıyorsun be adam?” der. Adam şaşkın bir şekilde ayçiçeğine yaklaşarak:

▬ Umudumu kaybettim de onu arıyorum!” der. Ayçiçeği tekrar sorar:

▬ Onu nerede kaybettin ki, burada arıyorsun? Kaybettiğin yerde arasana!” der. Adam çâresiz bir şekilde:

▬ Nerede kaybettiğimin ne önemi var? Burası hayatla dolu, o yüzden burada arıyorum!” der. Ayçiçeği, ona bilgelikle:

▬ Beyim! Hayat içimizdeki ışığın yansımasıdır. Işığımız ne kadar güçlüyse, yaşam o kadar parlak görünür bizlere. Umudu burada değil, içinde arayacaksın! Onu kendinde bulduğunda o, dâima seninle kalacaktır… Şimdi derin bir nefes al… Sonra yavaşça ver. Gördün mü? Bak! Umut senin içinde, her bir nefesinde. Hala hayattasın, sen hayatla dolusun, öyleyse bunu çok iyi kullan!” der ve unutamayacağı bir masaj verir adama.

Öyleyse ayçiçeği misâli, hep güneşe çevireceğiz yüzümüzü... Ruhumuz aydın olacak ki, gözümüz de aydın olsun. “Umutsuzluğumu, nefretimi, hıncımı bile haykıramıyorum. O zaman umudu haykır, sevinci, esenliği haykır. Belki bu sesine kavuşmana yardım eder. Onları nerede aramalı? Nerede kaybettiysen orada.” der Dostoyevski. Hiç uzağa gitmeye, başka yerlerde aramaya gerek yok.

Bize düşen görev mâneviyatımız, kültürümüz, ahlâkımız ve sanat hazinelerimizi nerede kaybettiysek orada aramaktır. Şâyet kendi coğrafyamızda, kendi kalbimizde kaybettiğimiz değerleri başka yerlerde aramaya kalkarsak sadece vaktimizi hebâ etmiş oluruz. İyi olan, güzel olan, faydalı olan her şeyi nerede bulursak bulalım almak, kullanmak, geliştirmek, daha iyisini yapmak inancımızın ve ecdâdımızın mirâsıdır.

Bizleri yaratan Allah Kur’ân-ı Kerim’de: “De ki; “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” “Kâfirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” buyurmaktadır. Ümitsizliğin, üzülüp karamsarlığa düşmemenin panzehri îmandır. Îman, en büyük güç ve umut kaynağıdır. Bütün dertler ve kederler îmanla sükûn bulur.

Uhud savaşında zarar gören ve kısmî mağlubiyet yaşayan Hz. Peygamber ve mü’minler çok üzülmüştü. Bunun üzerine onları teselli etmek ve moral vermek için Rabbimiz: “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.” Ebû Zer (r.a), Peygamber’in (s.a.v) bu âyet hakkında: “Ben öyle bir âyet biliyorum ki, insanlar bu âyete sarılırlarsa (gereğine göre amel ederlerse) bu onlara kâfi gelir.” buyurduğunu, bunun üzerine orada bulunanların: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu hangi âyettir” dediklerinde Peygamber (s.a.v): “…Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona bir çıkış yolu açar.” âyetini okuyarak cevap vermiştir.

Yûsuf Sûresinin 87. âyetinde Hz. Yakub’un: Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü inkâr edenlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez!” dediğini bizlere hatırlatmaktadır.

Kur’an, ümit sahibi olmanın yollarını bizlere gösterir ve bunun için kulluk görevlerinin tam olarak yerine getirilmesine de işâret eder. Zirâ ümitsizlik insanı kendini düzeltme ve arındırma çabalarından yoksun bırakır. Dinimizdeki korku (havf) ve ümit (recâ) kavramı, birbirini dengeleyen ve tamamlayan, mü’mini olgunlaştıran, onu mutluluğa ulaştıran iki niteliktir. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim olgun mü’minleri bu iki hasletle birlikte anar. Mevlânâ’da: “Bir yandan korkuya, bir yandan ümîde düştün mü, iki kanadın olur. Bir kanatlı kuş katiyen uçamaz, âcizdir.” der. Bin bir dertle çile çekenlerin durumu nasıl bir imtihansa, dertsiz-tasasız bir hayat da bizler için bir imtihan olabilir. Necip Fâzıl:

“Ey düşmanım, sen benim ifâdem ve hızımsın;

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!” diye kısaca iyi ile kötüyü ne güzel anlatır beytinde. Ziyâ Paşa’da:

Zalimlere bir gün dedirir kudret-i Mevlâ:

Tallâhi lekad âserekellahu aleynâ!

Rüzgârın ve dalgaların etkisi ile hırçın denizin üzerinde sürekli sallanan o küçük teknelerin burnunda ayakta durup lamba tutmak, teknenin yolunu ve denizi aydınlatmak ise gençlerin işidir. Bizler, bu yaşta lambaya ancak gazyağı sağlarız. O da istenirse tabii ki. Ne olursa olsun, ümîdi kaybetmemek gerekir.

Hani derler ya “Her şeyin yok olduğu anlarda bile ümit vardır!” Ve de ümit mutlak olmalıdır.

Îmanlı gençlerimize ise ümitsiz olmak hiç yakışmıyor.

Hani hep ne deriz? “Bizim ümîdimiz sizlersiniz.”

Başımıza gelen kötü şeylerin hakkımızda hayır olmadığını, ya da kaybedilenlere karşılık neler kazandığını kim nasıl bilebilir? Her şeyi bilen Allah’a sığınıp, O’na güvenip, şu kısacık hayatın zorluklarına sabrederek O’nun huzuruna yüzakı ile çıkmaya çalışmaktan başka çâre var mı? Sadî der ki: “En korkulu anlarda bile ümîdini kırma, unutma ki iliklerin en lezzetlisi en sert kemikte bulunur.” Vesselam...

Selâm ve duâ ile…