Kitap zekâyı olgunlaştırır, kibarlaştırır. Okumak bir devâ, anlamak bir şifâdır. Kitapçıda çalışan bir kız, erkek arkadaşının geldiğini görür. Bu sırada babası da yanında durmaktadır. Kız arkadaşına:

▬ Alman yazar Yorg Daniel’in “Baban Evde Mi?” kitabını almaya geldin galiba?” der. Arkadaşı:

▬ Hayır, ben İngiliz yazar Thomas Munis’in “Seni Nerede Görebilirim?” kitabını almaya gelmiştim.” der. Kız:

▬ O kitap yok ama ABD’li yazar, Patrice Olfer’in “Elma Ağaçlarının Altında” kitabını önerebilirim.” dediğinde arkadaşı:

▬ Çok güzel! Belçikalı yazar Jean Barner in “5 Dakika Sonra Ararım” kitabını yarın getirebilir misin?” der. Kız:

▬ Memnuniyetle. Ayrıca Fransız yazar Michel Daniel’in “Asla Yalnız Bırakmam” kitabını da öneririm.” diye konuşmalarını tamamlayınca. Babası kızına:

▬ Bunca kitap çok değil mi? Bunların hepsini okuyor mu?” der. Kız:

▬ Evet, baba, o çok zeki çocuk hepsini okur.” dediğinde, babası kızına:

▬ Güzel kızım, öyleyse ona Hollandalı yazar Frank Martinis’in “Ben Geri Zekâlı Değilim” kitabını da öner onu da okusun, tabii sen de mutlaka oku...” bu hikâyeyi okuduğumda birini aptal yerine koymaya çalışmadan önce karşınızdakinin sizden zekî olabileceğini bir daha düşünmenin ne kadar önemli olduğunu gördüm.

Hiçbirimiz aptal değiliz, hiçbirimiz saf (bizim düşündüğümüz anlamda) değiliz. Sadece bazen susuyor, görmezden geliyor ve içimizde eziyoruz. Belki kırmamak, kaybetmemek, belki de başka önerimiz olmadığı için... Kırıp dökenlerin, umursamadan ezip geçenlerin ya da sessizliğimize kananların unuttuğu bir şey var. Her insan bir yere kadar eğilebilir, dayanabilir, susabilir. O yüzden kimse kendini kurnaz sanmasın, kimse kimseyi zavallı ya da çâresiz görmesin, cepte bilmesin. Bu tipler kendi yapmaz, yapanı kınamaya bayılır, yüzünden aldatmaca, sahtekarlık yayılır.

Bu nedenle eğer birisini kandırmayı başardıysan onun aptal olduğunu düşünme. Sadece sana hak ettiğinden çok daha fazla güvenmiştir. İnsanların konumları ne olursa olsun yaşı kaç olursa olsun, bizim gördüğümüzden daha fazlasını içinde barındırabilir…

Karşındakini aptal yerine koymak herhangi bir ilişkide yapılabilecek en büyük hatadır. Bu davranışı yapan kişinin, aslında karşısındakini aptal yerine koyanın aptalın önde gideni olduğu ise çok açıktır. Neden mi? Nedeni çok açık, aptal yerine koyan kişi karşısındakini inandırdığını düşünecek kadar beyinsiz iken aptal yerine konulan kişi ise bu kişinin ne kadar güvenilmez olduğunu bilecek kadar akıllıdır. (Bunu bazılarına anlatmak ne kadar zor...) Yalanlarını yüzlerine vurmazsın “saf” zannederler, açıklarını göstermezsin “mükemmelim” diye düşünürler, kendini savunmazsan “haklıyım” diye fink atarlar.

Kimseye hak ettiğinden daha yumuşak ve hassas davranmamak lazım, diye düşünüyorum. İnsanların hatalarını, yaptıkları yanlışları yüzüne söylemek gerekiyor. Efendilik bende kalsın, bırak kandırdığını düşünsün deyince, bir adım daha ileri gidebiliyorlar. Karşısındakini aptal yerine koymaya çalışan insanın aynaya ihtiyacı yoktur. Niyeti zaten kendi özünü yansıtır! İnsanlar hata yapabilir. Hatayı kabullenmek ise büyük meziyettir. Ama hatanı yalanla kapatmaya kalkışırsan ki, karşındaki insan mesleği gereği dikkatli ve algıları sürekli açık bir insansa rezil olmaktan başka seçeneğin yoktur. Yalan söylüyorsun bâri, tekrarında açık verme değil mi? Hele konuştuğun insanı tam tanımıyorsan, özelliklerini bilmiyorsan, telâfisi olmayan bir sürece giriyorsun. Özür dilemeye çalışıyorsun. Bunu da yalanla yapıyorsan, özrün kabahatinden büyük oluyor. Halbuki bu kadar kıvranmak, yalan söylerken açık verip, güvenilmez bir insan imajı vereceğine, tek kelime özür dilerim. Hatalıydım.  Bitti, başka bir şeye gerek yok…

“Biz kimseyi aptal yerine koymadık. Herkes geçip kendi yerine oturdu...” der Can Yücel. Unutmayın! Para size ancak bir yatak alabilir, iyi bir uyku değil; bir ev alabilir, bir yuva değil; bir arkadaş alabilir, bir dost değil.

Aslında insanlar seni hayal kırıklığına uğratmıyor… Sadece sen, yanlış insanlar üzerinde hayal kuruyorsun…

Doğru insanlarla karşılaşmak ümidiyle…

Hoş kalın, hoşça kalın…

Selâm ve duâ ile…