Başlık olarak kullandığımız bu söz Kayseri’de yaşamış Fatma adında bir hanım efendiye aittir. Biraz sonra bu sözün neden söylendiğini ve ne anlamda olduğunu izah etmeye çalışacağız. Bunun izahını geçmeden önce şunları söylemek istiyoruz: Bu dünya bir imtihan sahasıdır ve Hz. Peygamber’in bir hadiste buyurduğuna göre ahiretin tarlası ve çiftliğidir. Bu nedenle kim bu dünyada ne ekerse onu biçer. İyilikler cennetin tohumu, kötülükler ise cehennemin ateşine dönüşür. Bir hadiste şunlar anlatılıyor: Hz. Peygamber, miraç gecesinde Hz. İbrahim ile karşılaşır. Hz. İbrahim Hz. Peygamber’e şunları söyler: “Ümmetine benden selam söyle ve onlara de ki: Cennetin toprağı çok güzel, suyu çok tatlıdır ve cennet dümdüz bir bahçedir. Onun ağaçları ise “Sübhanallahi ve’l-hamdü lillahi ve la ilahe illahu vallahu ekber” zikridir. 
Bu hadisten anlaşılan şudur: Bir insan hadiste zikredilen bu kelimeyi söylediği zaman, her söylediğinde buna karşılık kendisine cennette bir ağaç dikilecektir. Tabi ki bu husus sadece bu kelimeye has değildir. Hadiste beyan edilen diğer zikirler, Kur'ân-i Kerîm tilaveti ve diğer ibadetler de böyledir. Yaptığımız her hayır, diğer bir ifadeyle salih amel, ahirete yani cennete yatırımdır; cennetteki yerimizin genişlemesine, derecemizin yükselmesine vesile olur. 
Esasen büyük veya küçük, iyi veya kötü yaptığımız hiçbir amel karşılıksız değildir. Zaman zaman biz, yaptığımız iyiliklerin boşuna gittiğini sanabiliriz veya günah işleyen bazı insanlar yaptıkları günahların kendilerine kâr olarak kalacağını sanırlar, oysa hiçbir amel zayi olmaz. Hayırlar açısından riya ve gösteriş için değil de Allah rızası gözetilerek yapılan en küçük bir iyilik heba olup boşuna gitmez. Onun için atalarımızın şöyle bir atasözü vardır: “İyilik yap balığa at, balık bilmezse Halık (Yaratıcı) bilir. 
Ayetlerde de bu konu açıkça beyan edilmiştir. Konuyla ilgili birkaç âyet mealen şöyledir: “Kıyamet günü amel defteri orta yere konulacaktır. O zaman günahkârların içinde bulundukları durumdan dolayı korktuklarını görürsün ve onlar şöyle derler: Vay halimize! Bu ne biçim kitaptır! Büyük veya küçük ne varsa hepsini sayıp kayıt altına almıştır. Onlar yaptıklarını önlerinde hazır olarak görürler. Rabbin asla kimseye zulüm etmeyecektir.” (Kehf, 18/49), “Kıyamet gününde adil olan bir terazi orta yere koyacağız. Hiçbir nefse en ufak bir zulüm yapılmayacaktır. Şayet kişinin ameli hardel habbesi kadar da olsa onu getireceğiz. Hesap görenler olarak bizler yeterliyiz.” (Enbiya, 21/47.), “Kim miskalı zerre kadar hayır işlerse mükâfatını görür, kim de miskalı zerre şerr (günah) işlerse cezasını görür. (Zilzal, 99/7-8.)
İyi veya kötü amellerimizin karşılığının bir kısmı bazen dünyada da verilebilir, ancak amellerin karşılığının verileceği asıl yer ahirettir. Ahiret hayatı sekerattan itibaren başlar. Salih kulları sekerat anında rahmet melekleri karşılarken, ehli azap olanları da azap melekleri karşılayacak ve bu andan itibaren ceza görmeye başlayacaklardır. Bu husus ayetlerde de beyan edilmektedir. Nitekim ayetlerde şöyle buyrulur: “O zalimler ölüm sekeratında olduğunda keşke onları bir görseydin. Melekler de ellerini onların üzerine açıp şöyle derler: Ruhlarınızı çıkarın. Bugün, Allah konusunda hak olmayanı söylediklerinizden ve Onun ayetlerine karşı kibirlendiğinizden dolayı sizi rezil edecek azabı göreceksiniz.” (En’am, 6/93), “Kafirler vefat ettiklerinde onları keşke bir görseydin. Melekler (yani azap melekleri) bu anda onların yüzlerine ve arkalarına (önlerine ve arkalarına) kırbaçlarla vururlar ve onlara şöyle derler: Ateş azabını tadın. Bu azap yaptıklarınızdan dolayıdır. Hakikat şu ki Allah kullara asla zulüm etmeyecektir.” (Enfal, 8/50-51.) 
Şimdi başlık olarak kullandığımız olayı anlatmaya başlayabiliriz.
Bu olay bundan takriben 20 sene önce Kayseri’de yaşanmıştır. Orada yaşayan Fatma adında bir teyze, bazı üniversite hocalarının bilgilisi dâhilinde belki de teşviklerinden dolayı esnaflardan ve varlıklı insanlardan her ay para toplayıp 50 üniversite öğrencisine burs olarak yatırıyordu. Bu durum birkaç yıl devam ediyor. Nihayet bir iki ay öğrencilerin bursları yatmayınca ilgili hocalar Fatma teyzenin evine gidip durumunu sormak isterler. Onun evine varınca Fatma teyzenin kan kanserinden vefat ettiğini öğrenirler. Onun yakınları Fatma teyzenin sekerat anında yaşadığı bir hatırasını anlatırlar. Bu hatıra şöyledir: Fatma teyze, diğer hastalar gibi hayatının son dakikalarını yaşarken tabii olarak ağırlaşarak konuşamaz duruma düşmüştür. İşte tam bu halde iken bir ara gözlerini açar, başını hafif kaldırır ve şöyle bir söz söyler: “Bu gelenler, Hz. Hatice, Hz. Meryem ve Hz. Asiye midirler? Ben yanlış görmüyorum değil mi?” Bu sözünü söyledikten sonra tekrar gözlerini kapatır, daha doğrusu gözleri kapanır ve kısa bir süre sonra son nefeslerini verip Hakkın rahmetine kavuşur. Yüce Mevla Hz. Hatice Validemize komşu eylesin.
Fatma teyzenin isimlerini söylediği bu hanımlar bir hadiste beyan edildiğine göre insanlık tarihinin en faziletli hanımlarıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: Dünyanın en faziletli kadınları İmran’ın kızı Meryem, Muzahim’in kızı Asiye ve Huveylid’in kızı Hatice’dirler. Fatma teyzenin ismini zikrettiği bu hanımların ruhaniyeti sekerat anında Fatma teyzenin ziyaretine belki de yardımına gelmişlerdir. 
Evet, insan Allah rızasına göre yaşayıp, İslâm dini ve Müslümanlar için elinden geleni de yaparsa Cenâb-ı Allah’ın lütfu, ihsanı ve kerimi bol ve sonsuzdur. Hak ettiği kullarına hesapsız olarak verir. Cenâb-ı Allah’ın lütfuna ulaşmak için tabi ki çalışmak lazımdır. Bir insan “mişmiş gel ağzıma düş” mantığıyla hareket ederse sonunda pişman olur.