Mesnevi’de şöyle bir hikâye anlatılır. Çakalın biri, gezinirken bir boya küpüne düşer, çıkmak için uzun bir müddet uğraşır. Bu sırada rengi boya ile değişir ve rengârenk olur. Boya küpünden çıkınca aynada kendisine bakar, hâli çok hoşuna gider ve boyalı oluşuna sevinir. Artık güneş vurdukça parıl parıl parlamaktadır, gurura kapılır. Büyük bir sevinçle diğer çakalların yanına gider. Çakallar sorar:

Seni böyle mağrur ve mesrur eden nedir? Bu gurur ve kendini beğenmişliğin sebebi nedir?” derler. Çakal:

▬ Benim şu parlak renklerime bir bakın, gül bahçesi gibi rengârengim. Beni dinleyin, sözlerime itaat edin, ben dünyanın övüncü ve sizlerin de lideriyim!” der. Tavus Kuşu olduğunu iddia eder ve onlara devamla; “Hiç benim gibi boyalı, rengârenk çakal gördünüz mü? Bundan sonra bana çakal demeyin. Ben tavusum.” der. Çakallardan biri:

▬ Sen hîle ve aldatmaca ile bu hâle dönüşmüşsün. Sen tavus değilsin. Tavusların güzel kanatları var ve arz-ı endamla kuyruklarını sallarlar. Sen onlar gibi yürüyebiliyor musun? Kanat çırpabiliyor musun?” der. Boyalı çakal şaşkınlıkla:

▬ Hayır,” der. Bir diğer çakal:

▬ Peki, sen tavus gibi ötebiliyor musun?” der. Boyalı çakal:

▬ Hayır,” der, başı öne eğik bir hâlde. Çakallar istihza ile gülümserler ve:

▬ O zaman tavus değilsin! Tavusun güzelliği ve sesi Allah’ın ona hediyesidir. Sen sadece, zâhirdeki görünüşünden dolayı büyüklük ve güzellik iddiâ ediyorsun.” derler ve onu yalnız başına bırakarak çeker giderler. Giderken de; “Allah, mevcudâtın her birini kendi özellikleri ve dış görünümleriyle yaratmıştır. Hiç kimse bir diğerinin dış görünümüne bürünmekle onun gibi olmaz. Asıl olan zâhirde görünen değildir. Kalp akça mihenk taşında belli olur.” diyerek unutamayacağı bir ders verirler arkadaşlarına.

Bu nedenle Oscar Wilde:

“Ne yaptı da dostuna kırıldın! Her dediğimi yaptı, birini yapmadı!

Nankörlük çıkarcı kalplerin hastalığıdır.

Çıkarcı kalpler;

Dost, emek, sevgi tanımazlar,

Sadece yapılmayan şeye odaklanırlar...

O zamana kadar yapılmış olan her şeyi yok sayarlar.

Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen, hiçbir şeyin değerini bilmeyen kimsedir...” der.

Yukarıdaki hikâye ve söz üzerinden Sayın Murat PADAK’ın şu ifâdeleri ne kadar dikkat çekicidir.

Son yıllarda sıkça duyulan bir söz: “İslâm’da beklentilerimi karşılayacak bir şey bulamadım.” Bazıları İslâm’ı sevdireyim derken İslâm’da olmayan şeyleri İslâm’da varmış gibi anlatmakta ve İslâm’ın vaad etmediği şeyleri tebliğ adı altında vaad etmektedir. Bu çok ciddi bir sorundur. Diğer sorun ise insanlar İslâm’da beklentilerini neden bulamıyorlar?

Peki, bunların İslâm’dan beklentileri nelerdir?

Bazıları İslâm’ın, kendisini sihirli bir değnek gibi değiştirmesini istiyor. Kendisi bir çaba içinde değil. Ticâretinde hileyi, aldatmayı, tefeciliği; özel sektörde veya kamu görevinde rüşveti bırakmak istemiyor. Ama İslâm’ın onu zengin, mutlu yapmasını, bol para kazandırmasını, geceleri rahat uyutmasını ve kaza belâdan korumasını istiyor.

Sevgilisiyle pastane, restoran, lokanta, kafe, sokak, çarşı, pazar her yerde geziyor. Kimi zaman halvet bile yapıyor. Bunları terk etmiyor ama sevgilisiyle arasını düzeltmesi için İslâm’ın Felak, Nas Sûreleri’nden yardım istiyor.

Yalanı, gıybeti, ikiyüzlülüğü, komşuya eziyeti, dostlarına ihâneti, her türlü ahlak dışı söz ve davranışı terk etmiyor ama İslâm’dan, bozulan ilişkilerini düzeltmek için âyet, hadis, duâ, tılsım, rûkye bekliyor.

Akşama kadar ağzından bir tane temiz söz çıkmıyor ama İslâm’ın sembollerinden medet ve istimdatta bulunuyor.

İslâm bunların beklentilerini karşılamıyor. Karşılamayınca da İslâm’a kızıyorlar. Onların İslâm’dan anladığı; sınavlarda, “Allah şaşırtmasın!” diye duâ etmekten başka bir şey değil. Sınavdan önce Yâsin Sûresini okuyor ama sınavdan sonra Yâsinlerin, Kevserlerin, Fetihlerin, Tarıkların, Nisâların canını okuyor. Sonra “İslâm bana yardım etmedi, sınavım kötü geçti” diyor.

İslâm’dan beklentisi olanlara hatırlatmak isterim: İslâm’ın da senden beklentileri var. İslâm sevgisi platonik bir aşk değildir. Sen onu seveceksin, o seni sevecek. Sen onu koruyacaksın, o seni koruyacak. Sen yetime, öksüze, fakire, hastaya, komşuya, akrabaya, yanı başındakine, memuruna, işçine iyi davranacaksın, o da sana iyi davranacak.

Zekâtını ver, emr-i ilâhînin istediği şekilde çalış, sadakanı ver, haramlardan uzak dur, gözünü kem bakışlardan ve kalbini kem düşüncelerden koru, o da seni kem gözden korur, kem düşüncelerden korur, bed insanlardan korur. Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…