Ankebût Sûresinin 64. ayetinde “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi.” buyurmaktadır âlemlerin rabbi.

İnkârcıların anılan tutumu benimsemelerinin temelinde dünya tutkusunun bulunduğuna işâret edilmektedir. Aslında bu durum birçok inkârcı için de geçerlidir. Çünkü din yasalar bütünüdür; buyruk ve yasakları vardır ve bunlar insanın arzularını sınırlar. Bu noktada insan bir ikilemle karşı karşıya kalır: Aklının ve vicdanının buyruklarını nefsânî isteklerine hâkim kılanlar irâdelerini inançlarıyla bütünleştirir; dinin buyruk ve yasaklarının mâkul, değerli ve uyulması gerekli ödevler olduğuna hükmederler. Nefsânî arzuları akıl ve vicdanlarına gâlip gelenler ise söz konusu buyruk ve yasakları birer külfet olarak gördükleri için bunların anlamsız ve yararsız olduğuna hükmederek sonuçta din karşıtı bir düşünceyi ve hayat çizgisini benimserler. Konumuz olan âyet, bu kesimlerin algıladığı anlamda bir dünya görüşünün yanlışlığına dikkat çekmekte; bu anlayışla yaşanan bir dünyanın sadece sıradan, gelip geçici zevkler ve hazlardan ibâret olduğu uyarısında bulunmaktadır. Halbuki insan için önemli olan, “âhiret yurdu”ndaki asıl hayatı kurtarması, oradaki mutluluk ve esenliği için çalışmasıdır. İşte insan, hedefini dünyanın geçici zevkleriyle sınırlamayıp kendini “bâki kalan sâlih işler”e (Kehf 18/46) adadığı takdirde sadece âhireti için çalışmakla kalmayıp dünyasını da anlamlı kılmış olur. Artık bu insan, kendisine “Yeri göğü yaratan kimdir?” diye sorulduğunda sadece “Allah’tır” demekle kalmaz; aynı zamanda din ve dünya ile ilgili bütün işlerinde Allah’ı tek ve mutlak otorite olarak görür, yalnız O’na kul olur, O’na itaat eder; yanlış ve yanıltıcı olması asla düşünülemeyecek olan ilâhî irâdeye uygun bir hayat sürer; dünyanın güzelliklerini de âhiretin güzelliklerini de O’ndan bekler (Bakara 2/201); nihâyet bu iman ve ihlâs ile yaşadığı sürece her iki güzelliği de elde eder. (Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 285)

Akl-ı maadını kullananlar âhireti düşünenlerdir. İnsan sadece dünyayı düşünürse aklı maaşını kullanmış olur. İnanan insan her ikisini de kullanacak. Akıllı insan dünyadaki kârını zararını biliyorsa, âhiret için de bilecek. Ama inancı olmayanlar, onlar başka... Onlar zaten aklı maadlarını körlemişler, kullanmıyorlardır.

“Bu dünya insan için değil mi ?” diye sorarlar ârife “Doğru” der, “Bu dünya insan içindir-lâkin insan bu dünya için değildir.”

İnsanlar kitaplarda yazılı olanı uygulayabilmek için bir rehbere ihtiyaç duyarlar. Peygamberlerin gönderilme hikmetlerinden biri de budur. “Nasıl yaşanacağını yaşayarak gösteren örnekler olmak.”

Bu hakîkat dini yaşama ve anlatma iddiâsında olan herkesin üzerine büyük bir sorumluluk yükler.

Bizdeki bir güzelliği görüp güzelle tanışan insanlara şâhit olmanın büyük sevinci yanında; bizdeki yanlışı görüp güzelden uzaklaşan insanlara rastlamanın endişesi de olmalıdır.

Gördüğü bir kabalıktan; duyduğu bir çirkin sözden dolayı ibâdete, mânevi değerlere, câmiye-cemaate mesâfe koyanlar ne kadar çok…

Bazen “Ama meyhânede, gazinoda çok daha fazla hakaretlere maruz kalıyorlar, hiç oralardan uzaklaşmıyorlar.” diye itiraz ediyor. Ama şunu unutuyoruz. Caminin önünde bin şeytan insanı camiden uzaklaştırmaya çalışıyorsa; meyhânenin önünde bin şeytan meyhâneye dâvet ediyor.

“Ey Ali, senin vesilenle bir kişinin hidâyet bulması dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır.” buyuran Hz. Paygamber (s.a.s.) dir.

Bâzen bir bakış, bâzen bir selâm, bâzen bir dokunuş bir gönlün hidâyete açılmasına sebep olabilir.

“Kardeşinin yüzüne tebessümle bakmak bile olsa hiçbir iyiliği küçük görme.” buyuran da Efendimiz (a.s.) dır.

Hiç kimse Hak’tan hakîkatten uzaklaşmasına bizi bahâne edememelidir.

Hiç kimse bizim için “Namaz kılıyor ama…” şeklinde başlayan cümleler kuramamalıdır.

Aslolan insandır.

Cennete veya cehenneme gidecek olan insandır.

Binalar, eşyalar, camiler, kurslar, sıralar, masalar vs. cennet ya da cehenneme gidemezler.

Hz. Peygamber (a.s.) Ka’be’ye hitâben: “Ey Kâ’be, ne büyüksün, ne büyük saygınlığın var! Ne hoşsun, ne hoş kokun var! Allah’a yemin ederim ki; Bir mü’minin saygınlığı O’nun katında senden daha büyüktür.” buyurmuşlardır.

Kâ’be insan içindir; insanı tevhide çağırmak içindir.

Camiler Kâ’be’nin şubeleridir ve insanı Rabbine çağırırlar.

Dünya insan içindir. Yaşasın ve ahireti kazansın içindir. (https://www.diyanethaber.com.tr/cennete-insan-gider-makale,352.html)

Selâm ve duâ ile…