Bir Hint masalına göre kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Farenin bu hâlini gören büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür. Ancak fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde bu seferde avcıdan korkmaya başlar. Büyücü ne yaparsa yapsın farenin korkusunu bir türlü yenemez. Onu eski hâline döndürür ve der ki:

Sen cesâretsiz ve korkak birisin. Sende bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem.” der ve fareyi kendi hâline bırakır. Goethe: “Mal kaybeden bir şey kaybetmemiştir. Onurunu kaybeden çok şey kaybetmiştir. Cesâretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir.”

Ünlü yazar Shakespeare de şöyle der:

“İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.

Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.

Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.

Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.

Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.

Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”

Hâsılı, eğer cesur değilsen samîmi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin. Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesâret gelir. Ve diğer her şey onu izler.

            Dünya hayatı dediğimiz, şu göz açıp kapayana kadar geçen zaman dilimi içerisinde bir an bile imtihan içinde olduğumuzu unutmamalıyız. Çevremizin ve toplumun bize yüklediği sorumlulukları yerine getirebilmek için imkânları sonuna kadar zorlamalıyız. Sorumluluk, kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesidir. Dolayısıyla hem bizim eserimiz olan eylemlerden hem de bizim yetki alanımızda yer alıp da bir şekilde harekete geçirici ya da durdurucu bir rol alacak biçimde müdâhil olmamız gereken davranışlardan sorumlu olduğumuz söylenebilir. Ancak güç yetiremeyeceğimiz işlere de karışmamalıyız. Bütün bunları yaparken de cesâretimizi asla kaybetmemeliyiz. Zîrâ cesâretimizi kaybettiğimiz anda başkaları tarafından yönetilmeye başlarız. Kendi benliğimizi ve öz kimliğimizi inkâr eder duruma geliriz.

Cesâret, bir yürek işidir. Cesur değilse esirdir o kişi. Esâret, bilgece bir sükût değil, câhilce bir teslimiyettir. Hâlini kabullenen, içselleştiren bir esirin ne tarihe bağlı kökü ne geleceğe yönelik ideali vardır. İçinde cesâret barındırmayan bir esâret, köleliğin ilk adımıdır. Esir insanın öldüğünde hatırası veya eseri, yaşarken izi veya sözü olmayacaktır. Esâret, farklı olduğunu fark edememe hâlidir. Farklı olduğunu fark edip farkını sorgulamaya ve yaşamaya başladığında esâret zincirini kırar ve cesâretiyle şahsiyet mertebesine yükselir beşer. Ona, insan denir.

“Kaplumbağaya bakın, sadece başını dışarıya çıkarttığı zaman ilerler.” der, Conant. Bir İngiliz atasözünde de “Sakin bir denizin hiçbir zaman usta bir denizci yaratmayacağı.” vurgulanır. Keller de. “Eğer hayat sadece sevinçle dolu olsaydı hiçbir zaman cesur ve sabırlı olmayı öğrenemezdik.” diyerek sürekli sevinç ve mutluluğun cesâret ve sabrı öldüreceğini söyler. Bir atasözümüzde de “Cesurun bakışının, korkağın kılıcından keskin olduğu” belirtilir.

Cesâreti ve adâleti ile bilinen Hz. Ömer: “Hâinlerin cesâretli, atılgan, iş başarır ve girişken olmalarından; öbür yanda ise, iyi ve dürüst insanların korkaklığından, çekingenliğinden ve pısırıklığından Allah’a sığınırım.” der.

Kudüs, İslâm’ın ilk kıblesi ve mirâcın mekânı olan Mescid-i Aksa’ya ev sahipliği yapmaktadır. Ne var ki Aksa, artan Siyonist saldırılar karsısında yok olma tehdidini her geçen gün biraz daha hissetmektedir. İşgal edildiği tarihten bu yana sayısız saldırıya maruz kalan, yakılan, temelleri oyulan, bir bölümü yıkılan ve çevresi boşaltılan Mescid-i Aksa, emsâli görülmemiş̧ sistematik bir yıkım siyâseti ile karşı karşıyadır.

Bölgeyi ve uluslararası toplumu, “yükselen terör tehlikesi” gibi suni gündemlerle meşgul edip Mescid-i Aksa’daki oldubittileri sinsi bir şekilde yürüten Siyonist proje sahipleri, ne yazık ki İslâm dünyasındaki sessizlikten, dağınıklıktan, pısırıklıktan, korkaklıktan, çekingenliğinden de cesâret almaktadır.

Kısaca; “Cesâret yoksa esâret vardır!”

Selâm ve duâ ile….