Vaktiyle bir derviş, nefis mücâdelesinin sonuna gelir.

Meşrebin usûlünce bundan sonra her türlü süsten ve gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibâret değildir.

Her türlü görünür süslerden arınması gerekmektedir. Saç, sakal, bıyık vs…

Derviş usûle uygun hareket eder ve soluğu berberde alır.

— Vur usturayı berber efendi,” der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Tam diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:

— Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım,” diye bağırır. “Dövene elsiz, sövene dilsiz” olan, halktan gelen her şeyin Hak’tan geldiğine inanan derviş, sabreder. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder derviş ile:

— Kabak aşağı, kabak yukarı.” Nihâyet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç adım atmıştır ki, geminden boşalan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır, hiçbir tarafa kaçamaz.

Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına giriverir.

Kabadayı oracığa yığılır kalır.

Ölmüştür.

Görenler çığlığı basar.

Berber ise şaşkın;  bir kabadayıya, bir dervişe bakar. Gayri ihtiyâri:

— Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?” der. Derviş mahzun ve düşünceli şekilde:

— Vallâhi ona gücenmedim. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!” der. Yunus gibi:

Olsun be! Aldırma. Yaradan yârdır...

Sanma ki zâlimin ettiği kârdır...

Mazlumun âhı indirir şâhı...

Her şeyin bir vakti vardır... der. Hiç kimse yaptıklarının yanına kar kaldığını/kalacağını düşünmesin.

Derviş gücenmese, Vermiş gücenir.

Unutma…

Hayatta tesâdüf diye bir şey yoktur. Tevâfuk vardır. Hani; “Balık bilmeze Halîk bilir” deriz ya…

Derviş helal der, havâle eder, kabağın sahibi gücenirse; al sana bedel der…

Bedelse; atla gelir, okla gelir, atlar gelir,

Olur, sana sivri bir demir…

Mahalleyi sen zâr ağlat, dervişi kabak yap, enseye şaplak at.

Ama attan kaçan bir demir gelir; karnını yırtar…

Acizce gidersin; tahtalı köprüye…

Bu nedenle,

İster şah ol ister padişah, istersen gedâ (dilenci)

Var! Hakkı haklıya, teslim eden bir Hudâ…

Unutma…

Kabristanlar hiç ölmezlerle doludur,

Kimler geldi, kimler geçti...

Dünya benim diyen nicelerin, daha dün, yası vardı. Mevlânâ bu gibileri ne güzel anlatır mısralarında:

Yüzde ısrar etme, doksan da olur.

İnsan dediğinde, noksan da olur...

Sakın büyüklenme, elde neler var.

Bir ben varım deme, olmasan da olur.

Hatasız dost arayan, dosttan da olur.

Bu yüzden de;

Kabak deyip, hor görme, O’nun da sahibi var… Gel O’nu gücendirme, Ağır bedeli var… Formun Üstü

Selâm ve duâ ile…

Formun Altı