Bir Çin ata sözünde “Tarladan pirinç elde etmek isteyen bir sene, ağaçtan meyve elde etmek isteyen on sene, yeni nesil elde etmek isteyen yüz sene beklemek zorundadır.” der. Eğitim uzun vâdede netice veren bir iştir ve bir milletin geleceğinin olmazsa olmazıdır. Bu uğurda fedakârlık yapıldığı zaman gelecekte insanlığın güneşleri, ayları ve yıldızları olan büyük insanların gelmesi yaklaşmış demektir.

İmâm-ı Âzam manifaturacılık yaparak hayatını kazanan birisidir. Çocukluğundan beri ilim tahsil etmesine rağmen, ilmi sebebiyle bir kuruş para kazanmış değildir. İlmini, diğer insanlara sadece kendisinin gayreti olarak sunmaktadır.

Bir gün dükkanına 8-10 yaşlarında bir çocuk gelir. Çocuk iğne iplik alacaktır. İmam biraz beklemesini söyler. O sırada İmâm-ı Âzam birkaç arkadaşıyla ilmi konular hakkında tartışmaktadır. Bunu gören çocuk da hiçbir şey istemeden öylece dinler. Konuşmalar bir hayli uzar, çocuk da iştahla bu sohbeti dinler. Nihâyet de geri gider. Ertesi gün çocuk aynı saatlerde tekrar gelir. Dükkâna girer, hiçbir şey istemeden öylece dinler ve gider.

Bir sonraki gün, yine aynı saatlerde gelen çocuğu üstâd yanına çağırır.

— Gel hele otur şöyle” der. Biraz konuştuktan sonra, çocuğun zekasına hayran kalır. Pırıl pırıl bir zihne sahip olan çocuk, her şeyi bir defâda kavramakta, duyduğu hiçbir şeyi unutmamaktadır.

Bu süreç 2-3 gün böyle devam eder. Çocuk gelir, dinler sohbet bitince de gider. Bir gün kapıdan içeri, “eli maşalı surata bak süngüye davran” tipi bir kadın girer. İhtiyar içeri girer girmez:

— Sen bunak bir ihtiyarsın. Tuzun kuru, benim çocuğumu burada neden tutuyorsun? Yazıklar olsun sana!” diye hakaretler ederek bağırmaya başlar. İmâm kadını sakinleştirmeye uğraşır.

— Sakin olun, meseleyi anlatın önce” der. Kadın:

— Bu çocuk burada oturuyor, iş yapmıyor. Onun bir kız kardeşi var, bir de ben. Babası yok çocuğumun. Sen onu burada oyaladığın için her gün eve eli boş geliyor!” İmâm sakin bir tavırla:

— Hanımefendi, bakın bu çocuk çok zekî. Bu çocuğun ilim tahsil etmesi lazım.” der. Kadın bu sözleri duyunca iyice sinirlenir:

— Bana ne senin ilminden! Ben eve ekmek girsin istiyorum!” dediğinde üstâd:

— Hanımefendi, bu çocuğun istikbâli o kadar parlak ki, ilim tahsil ederse gün gelir sana fıstık yağında pişmiş helva yedirtir.” Kadın diğer konuşmalarına nazaran daha sakin bir üslupla:

— Eve ekmek gelmedikten sonra ne yapayım helvayı ben.” Der. İmâm yanındaki oturağı çeker, kadına oturmasını işâret eder. Kendisi de tezgâhın arkasından bir iskemle alır başlar konuşmaya:

— Sizinle bir anlaşma yapalım Hanımefendi. Bu çocuğun yevmiyesi ne kadarsa ben sana onu vereceğim, ama çocuk buraya ilim tahsil etmeye gelecek.” Kadın kabul eder. Böylece İmâm kadına maaş ödemeye başlar, bir yandan da çocuk ilim tahsilatı yapmaktadır. Aradan 30-35 yıl geçer. İmâm-ı Âzam sevgiliye kavuşmuştur, onun yerine İmâm-ı Yusuf Kûfe Kadısı olmuştur. Harun Reşid o günlerde Abbâsi Devletinin başındadır. Harun Reşid’in çok sevdiği, Zübeyde (Sitti Zübeyde diye bilinir) hanımla evlidir. Öyle zarif ve mübârek bir kadındır ki, Şam’dan Mekke’ye, Medine’ye kadar su yolu yaptırmış, yaptırdığı her konağın kapısının iki yanına bir sebil bir de su çeşmesi inşâ ettirmiştir. Sebilden bal, su çeşmesinden buz gibi Dicle suyu akmaktadır.

Harun Reşid hanımına sırılsıklam aşıktır. Kendinde olmadığı bir zamanda anlık bir sinirle:

— Benim mülküm olan topraklarda bir gece daha sabahlarsan, benim topraklarımdan çıkıp gitmezsen boş ol!” der. Bu çok büyük yemindir. O zamanlar Bağdat’tan doğuya doğru üç gün üç gece at sürseniz, Abbâsî topraklarından çıkamazsınız, o kadar büyüktür topraklar. Ertesi gün kendine gelen Harun:

— Eyvah! Biz ne yaptık!” der ama iş işten geçmiştir. Zübeyde, o kadar zarif bir kadındır ki; şiir bilir, musiki bilir. Dini konularda pek bilgilidir. Her bakımdan yegânedir. Harun, yanıp yakılır ama çâre yok. Müftüyü çağırır, durumu anlatır:

— Hanım boş olacak, yapacak bir şey yok.” Şeyhülislam’ı çağırır:

— Artık olan olmuş, ancak bir başkasıyla evlenirse, o Zübeyde Hanımı boşarsa, sonra da Zübeyde Hanım sizinle evlenmek isterse, işte o vakit olabilir bu iş.” der. O günlerde de Kûfe Kadısı İmâm-ı Yusuf Bağdat’tadır. Ona da anlatır derdini:

— Biz böyle böyle bir iş işledik, yanlış söz söyledik ama Zübeyde’yi çok seviyoruz, var mıdır bir çâresi?” İmam Yusuf:

— Tam olarak ne dediniz?” der. Harun:

— Benim mülküm olan topraklarda bir gece daha sabahlarsan, benim topraklarımdan çıkıp gitmezsen boş ol!” dedim. Ebu Yusuf:

— Öyleyse kolay! Hiç üzülmeyiniz hünkârım. Muhterem eşiniz bu gece bir mescitte sabahlasın. Yarın helâliniz olarak geri döner. Zîrâ Kur’ân-ı Kerim’de mescitler Allah’ın mülkü olarak tanımlanır.” Harun, o kadar sevinir ki, Müftüyü çağırır:

— Doğru mu?” der onaylar müftü. Şeyhülislam’ı çağırır:

— Doğru mu?” der, “Biz akıl edemedik, doğru” diyerek o da onaylar. Harun, pek sevinmiştir ricâ eder:

— Biz şenlik yapacağız, birkaç gün misâfirimiz olun. Sohbetinizde bulunalım, sohbet edelim.” Her sohbete oturduklarında, yiyecekler, yemekler gelmektedir. Bir defâsında bir leğen gelir, uşaklar leğeni bırakır, üzerinde bir kapak vardır. Harun, leğeni koklar. Kapağı kaldırır, Ebû Yusuf’a döner ve:

— Bundan yiyiniz, bu bizde de her zaman olmaz. Bu fıstık yağında pişmiş helvadır.” Ebû Yusuf’un gözlerinde yaşlar süzülür, ağlamaya başlar. Harun:

— Sevinç günündeyiz, niye ağlarsınız?” der. Ebû Yusuf:

— Ey Halife, benim hocam vaktiyle anneme böyle demişti, hocamın kerâmetini gördüm de ona ağlıyorum. Müsaade edersen, bundan bir avuç bir kaba koyalım da yaşlı anneme götüreyim o da görsün.” Tabağa koyarlar helvayı. Ebû Yusuf, o gün yurduna döner hiç oyalanmadan anacığının yanına gider. İyice ihtiyarlamış olan o kadın, oğlunun kendisine fıstık yağında pişmiş helva yedirdiğini görür. Ebû Yusuf’un ilmine, ahlâkına hayran olan Harun:

— Halife olacağıma senin gibi âlim olmayı isterdim!”

“Onlar birbirini tamamlamış. Zâten ilimle iktidar bir araya gelirse halkın yüzü güler. Cehlin saltanat sürmesi her zaman felâkettir. Cehâlet, bilgisizlik değil; hak ile bâtılın karıştırılmasıdır.”

Selâm ve duâ ile…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.