Hükümdâr, arabasıyla ülkeyi dolaşmaktadır. Araba yoldaki inşaatın önünde durmak zorunda kalır. Yolunun üzerinde kan ter içinde çalışan işçiler Hükümdâr’ın arabasını görünce heyecanla irkilirler. Hükümdâr, arabadan iner ve kan ter içinde dikkatini çeken bir işçiye:                                                                                                                                                      

▬ Bu kadar yoruluyorsun kan ter içinde kalıyorsun peki, iyi para kazanabiliyor musun?” der. Güngörmüş ve tevekkül sahibi işçi: 

▬ Bana yetecek kadar kazanıyorum efendim!” diye yanıt verir. Hükümdâr:

▬ Yâni, ne kadar kazanıyorsun?” diye tekrar sorar. İşçi, başını öne eğer ve:

▬ Borçlarımı ödeyebiliyorum, gelecek için bir kısmını biriktirebiliyorum, kalanı ile de her gün sıcak tasta yemek yiyebiliyorum efendim!” diye yanıt verir. Hükümdâr çok şaşırır. Ülkede bu kadar az para kazanan, boğaz tokluğuna çalışan bir işçi nasıl olurda bu kadar az parayı bu kadar çok yerde, bu kadar verimli kullanabilir diye merak eder ve:

▬ Pekî, paranı nasıl yetirebiliyor, bu kadar faydalı işe fırsat bulabiliyorsun?” der. İşçi:

▬ Babama bakıyorum. Bu eski borçlarımı ödediğim anlamına gelir. Oğlumun nafakasını çıkarıyorum. Bu ise gelecek için yatırım yaptığım anlamına gelir. Yâni böylece paramı gelecek için biriktirmiş oluyorum. Her gün bahçemde yetişen tek sebze lahanayı yiyoruz. Olsun! Lahanada sıcak yemektir. Karnımız doyuyor Hünkârım” der. Hükümdâr, fakir işçinin verdiği yanıttan çok etkilenir ve kendisini ödüllendirir. Saraya döndükten sonra işçinin sözlerini bir bilmece olarak yâverlerine sorar ve onları sınar.

Kimseye böyle yaşayın deme, zengini veya fakiri övme ve yerme durumunda değiliz ama ders çıkarmamız gereken şeyleri de söylemek durumundayız. 

Zenginlik bir nimettir!

Dünya ve âhiret mal ile kazanılır. Bunun için mal kıymetlidir. Süfyan-ı Sevri, malın insanın silahı olduğunu söyleyerek, insanın, canını, malını, sağlığını, dinini, şerefini mal ile koruyacağını bildirmiştir. Sabreden fakir gibi, şükreden zengin de kıymetlidir. Dinimiz mala hayr, hayırlı şey adını vermiştir. , Rabbin rahmeti olarak bildirilmiştir .

İbn-i Asâkir’de geçen bir hadiste Peygamber (s.a.v.): “Şerefinizi mal ile, dininizi de dil (müdârâ) ile koruyun!”, başka bir hadiste, “İnsanların en iyisi, onlara faydası çok olanıdır.” buyuruyor . İnsanlara yardım etmek için çalışıp para kazanmak, nâfile ibâdet etmekten daha çok sevaptır. Cennetin yüksek derecelerine mal ile kavuşulur. Mal kıymetli olduğu için, malı israf etmek, telef etmek haramdır. Dine uymayan israf, haramdır. Mürüvvete (insanlığa) uymayan israf, tenzihen mekruhtur. Bu konudaki hadis-i şerif meâli şöyledir: “Malı telef etmek haramdır, malı uğrunda öldürülen şehittir.

Mal kıymetli olduğu için Kur’ân-ı Kerimde mal ve can ile cihad edenler övülmektedir. “Mü’minlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturup kalanlar, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad etmekte olanlara eşit olamazlar. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah bütün müminlere o güzel geleceği vaad etmiştir, ama mücâhidleri -çok büyük bir karşılıkla- oturanlardan üstün kılmıştır.”

Bu nedenle hayat, sizin ona baktığınız yönde güzeldir!

  • Toplum veya kuşak olarak hiçbir şeyden memnun değiliz…
  • Hep birileriyle bir yarış hâlindeyiz…
  • Sahip olduğumuzu değil, sahip olmadığımızı görüyoruz…
  • Kendimizden daha aşağıdakilere bakıp şükretmek yerine, daha yukarıdakilere bakıp alabildiğine hırslanıyoruz…
  • Evimizde temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak birçok şeye sahip olmamıza rağmen, yine de geçim sıkıntısı çekiyor ve fakirlikten bahsediyoruz…
  • Çalışmadan, üretmeden, didinmeden, emek harcamadan köşe olmak istiyoruz…
  • Çağımızın hızına ayak uydurmak için devamlı koşuyoruz…
  • Bu da bizi hayattan soğutuyor ve hayattan nefret etmeye kadar götürüyor…

Aslında hayat, sizin ona baktığınız yönde güzeldir.

  1. Nereye baktığınız değil, oraya nasıl baktığınız önemlidir.
  2. Çünkü hayat sizin bakışınızla şekillenecektir.
  3. Baktığınız yerde olanı değil de görmek istediğinizi görürsünüz.

Eski zamanlarda, şehrin surlarının dibinde bekleyen bir adam vardır. Orada bekler ve gelen giden yolcularla konuşur. Bir gün bir grup yolcu gelir ve adama:

▬ Söylesene dostum, bu şehirde yaşayanlar nasıl insanlardır, içeri girip burada konaklamaya değer mi?” dediklerinde adam, cevap vermeden önce:

▬ Pekî, ya sizin geldiğiniz yerde insanlar nasıldı?” diye sorar.

▬ Aman aman” der yolcular, “herkes o kadar kötü, o kadar hırslı, o kadar düzenbazdı ki kendimizi buralara zor attık.” derler.

▬ Buradaki insanlar da öyledir” der adam, “varın, siz yolunuza devam edin. Bu şehrin size verebileceği hiçbir şey yok…” Diğer günlerde başka yolcular gelir ve adama aynı soruyu sorarlar. Adam yine aynı soruyla karşılık verir ve:

▬ Bizim geldiğimiz şehirde insanlar iyi, cömert ve yardımseverdiler ve biz orada çok mutluyduk!” diye cevaplarlar. Adam:

▬ O halde girin ve burada yaşamanın tadını çıkarın, zirâ bu şehrin ahâlisi de öyledir!” der.

Allah Rasülü ve dostları, Bilal gibi, Habbab gibi, Ebû Âkil ve diğerleri gibi, hayata güzel bakanlar ve güzelliğe âşinâ olanlar onu her yerde hâkim kılmak isterler. Bu yüzden gittikleri her yere güzel bakış açılarını da taşıyarak daha yaşanılır bir dünya kurmaya gayret ederler.

Hayata her zaman güzel bakın, güzel görün ve güzel yaşayın.

“Mühim olan yükseklere çıkıp hayata tepeden bakmak değildir. Mühim olan ne kadar yükselsen de her şeye eşit mesâfeden bakabilmektir.” der Şems-i Tebrizi.

Unutmayın!

Baktığınız yerlerdeki güzelliği göremiyorsanız güzel yaşayamazsınız.

Yâni “Hayat, sizin ona baktığınız yönde güzeldir.”

Selâm ve duâ ile…