Hz. Peygamber (s.a.s.) hicretin 6. yılında ashâbıyla berâber umre yapmak için yola çıkmış, ancak müşriklerin izin vermemesi üzerine Hudeybiye Antlaşması’nı yaparak geri dönmüştü. Bu antlaşmada Müslümanların bir yıl sonra Kâbe’yi ziyarete gelebilecekleri Mekke’de üç günden fazla kalmayacakları hususu hükme bağlanmıştı. Ertesi yıl olunca Hz. Peygamber (s.a.s.) umre yapmak üzere ashâbıyla birlikte Medine’den yola çıktı ve bir süre sonra Mekke’ye ulaştı. Mekkeli Müslümanlar, Medine’ye hicret edince oranın havası kendilerini olumsuz etkilemiş ve biraz zayıf düşmüşlerdi. Bundan dolayı Mekkeliler Müslümanların tavaf ve sa‘y yapmaya güçlerinin yetmeyeceğini iddia etmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu iddiaların asılsız olduğunu göstermek için tavaf sırasında sağ omuzun ve kolun açık bırakılmasını ve tavafın ilk üç şavtında kısa adımlarla koşup omuzları silkerek çalımlı ve heybetli yürünmesini (remel), ayrıca sa‘y esnasında belli bir mesafede koşar gibi hızlı gidilmesini (hervele) söyledi.
Erkeklerin tavaf yaparken ilk üç dönüşlerinde (şavt) daha heybetli yürümeleri ile tavafta ihramlıyken sağ omuzlarını açık bulundurmaları ve sa‘y esnasında belli bir mesafede koşar gibi hızlı gitmeleri aslında Mekke müşriklerine karşı güç ve gövde gösterisi amaçlı ortaya çıkmıştır. Nitekim İbn Abbâs bu hususu şöyle ifâde etmiştir: “Allah Resûlü (s.a.s.) müşriklere gücünü göstermek için Kâbe’yi tavaf ederken ve Safâ ile Merve arasında sa’y ederken koşmuştur.”(182) Hz. Ömer’de aynı hususu şöyle belirtmiştir: “Biz neden hâlâ bu remele devam ediyoruz ki? Çünkü vaktiyle biz, onunla müşriklere karşı güç gösterisi yapmıştık. Hâlbuki Yüce Allah onları helak etmiştir. Fakat biz, Hz. Peygamber’in yapmış olduğu bir şeyi terk etmek istemeyiz.”(183) Nitekim Müslümanların remel ve hervele yapmalarının müşrikleri şaşırttığı ve “Medine sıtması onları zayıf düşürmemiş, gayet zinde görünüyorlar.” dedikleri nakledilmiştir. (184)
Bu rivâyetlere göre Müslümanların vakar ve saygınlıklarını ifâde etmek maksadıyla düşmana karşı güç ve gövde gösterisinde bulunmaları câiz görülmüştür. Buradan hareketle bu içerikteki uygulamalar riyâ ve kibir kapsamında değerlendirilmemiş, tevâzua aykırı görülmemiştir. Hatta yerine göre bu şekilde davranmanın daha evlâ olduğu ifâde edilmiştir. Şöyle ki, tevâzu sahibi olmak Müslümanlığın gereklerindendir. Ancak her şeyde olduğu gibi tevâzuda da aşırıya kaçmamak önemlidir. Zîrâ mü’min hem kendisinin hem de Müslüman kardeşinin saygınlığını ve şerefini korumakla memurdur. Mü’minler kendilerini hakir görenlere karşı kararlı ve asil duruşlarını korumalı, şereflerinin ayaklar altına alınmasına müsaade etmemelidir. Zîrâ Kur’ânı Kerîm’de belirtildiği gibi: “Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin (kararlı ve tavizsiz), birbirlerine karşı da merhametlidirler.” (48/29) Hz. Peygamber’in, sıtma hastalığından dolayı zayıf düşen ashâbına, Mekke’ye geldiklerinde onları âciz görerek onlarla alay etmek isteyen müşriklerin önünden geçerken remel yaparak yâni çalımlı bir şekilde yürüyerek tavaf etmelerini emretmesi de bu amaca mâtuftur.
Güçlü olmak Müslümanlar için en önemli hayâtî erdemlerden biridir. Zîrâ güçlü olmamak baskı ve saldırılara direnç gösterememeye ve kolaylıkla başkalarının tahakkümü altına girmeye sebep olabilir. Ayrıca zayıflık ve korkaklık insan onuruna yakışmayan ve onun alçaklıkla damgalanmasına yol açan sonuçlar doğurabilir. Bu ise Müslüman’a yakışan bir durum değildir. Zîrâ Müslüman güçlü bir kişiliğe sahip olmalıdır ki inandığı değerleri koruyabilsin, hiç kimseden ya da hiçbir şeyden korkmaksızın bu değerlerin arkasında durabilsin. Nitekim Allah Teâlâ, Kur’ânı Kerîm’de güçlü görünerek düşmanı korkutmak için Müslümanların savunmayı ilgilendiren her alanda hazırlıklı olmalarını emretmiş, ilmî ve fizikî yönden güçlü olması sebebiyle Tâlût’u övmüştür. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir hadiste “Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden daha hayırlı ve Allah’a daha sevimlidir.”(192) buyurarak maddî ve manevî alanda güçlü olmanın önemine dikkat çekmiştir. Aynı şekilde Allah Resûlü (s.a.s.) korkarak savaş meydanından kaçmayı insanı dünya ve âhirette hüsrana uğratan şeyler arasında sayarak Müslümanlara haklarını, inanç ve değerlerini koruyup savunma, düşmana karşı koyma konularında cesâreti teşvik edip erdem olarak sunmuştur. Yine bu bağlamda, Hz. Peygamber (s.a.s.) Müslümanların onuruna, izzetine ve haysiyetine yakışmayan hususları da yasaklamıştır. Mesela “Bir kişide bulunan huyların en kötüsü, aşırı cimrilik ve şiddetli korkaklıktır.”(195) hadisinde korkaklığın insanlar hakkında en kötü ve alçaltıcı huylardan olduğu ifâde edilmiştir. Ayrıca birçok hadiste insanın onurunu ve itibârını yok eden dilencilik yasaklanarak el emeği ile geçinmek emredilmiş ve ekonomik alanda güçlü olarak dâima veren el olmak tavsiye edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) Müslümanların vakar ve saygınlıklarını korumak için güçlü olmalarının önemini başka bir hadiste şöyle ifade etmiştir: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin başkalarını sofralarına dâvet ettikleri gibi size karşı (savaşmak için) birbirlerini dâvet edecekler.” Bunun üzerine bir sahâbî, “Bu, o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” diye sorar. Allah Resûlü (s.a.s.), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın gönlünden mehabetinizi (saygınlığınıza duyulan korkma hissini) çekip alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” cevabında bulunur. Bir başka sahâbî, “Vehn nedir ya Resûlallah?” diye sorunca da Allah Resûlü (s.a.s.), “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurur.(200) Bu hadise göre Müslümanların çok olmasına rağmen âdeta selin önündeki çer çöp gibi güçsüz olmaları sebebiyle inkârcıların İslâm dünyası aleyhine ittifak edecekleri belirtilmektedir. Dolayısıyla hadiste de işâret edildiği üzere güçlü olmak için çokluk tek başına bir fayda vermemektedir. Güçlü olmak için Müslümanların mânevî alanda olduğu gibi ilimde, bilimde, teknolojide, ekonomide, savunmada kısacası hayatın her alanında güçlü ve uluslararası alanda dünyaya yön veren yegâne söz sahibi kimseler olmaları gerekmektedir. Böylelikle Müslüman olmanın zayıflık ve gericilik değil üstünlük ve medenîlik olduğu, insanın vakar ve saygınlığının ancak İslâm ile mümkün olduğu tüm dünyaya gösterilmelidir. Nitekim “Asıl güç ve izzet Allah’ın, Resûlü’nün ve mü’minlerindir; fakat münafıklar bunu bilmezler!”(201) âyetinde bu husus vurgulanmaktadır. Çünkü âyeti kerîme Müslümanların başkaları karşısında bedenî, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olmasını, baskı altına alınamaz bir konumda bulunmasını ifâde etmektedir. (Kaynak: https://dosya.diyanet.gov.tr/flip/index.php?YIL=2020&TR=2&DERGI=ilmi_temmuz_agustos_eylul_2020.pdf)
Selâm ve duâ ile…