Gelin, ilk insanın yaratılış serüvenine Kur’ân penceresinden şöyle bir göz atalım. Hani Yüce Rabbimiz bir insan yaratmak istediğini beyan etmiş ve meleklerden de ona secde etmelerini istemişti. Ancak, aslında cin olmasına rağmen sürekli meleklerle berâber takılan İblis “Beni topraktan, onu ateşten yarattın. Ben ondan üstünüm.” diyerek secde emrine karşı gelmişti. Yüce Allah da “Sen benim karşımda büyüklük taslayamazsın” diyerek onu huzurundan ve rahmetinden kovmuştu. İblis buna karşılık, kendisi yüzünden kovulduğu insanın başına dünya hayatı boyunca belâ olmak için garip bir istekte bulundu Yüce Allah’tan: “İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar mühlet!” İmtihan ya, Rabbimiz tarafından isteği geri çevrilmeyen İblis’in bundan sonraki ilk ahdi şu olur: “And olsun ki, ben de onları saptırmak için senin sırât-ı müstakîm’in üstüne oturacağım. Sonra onlara pusu kurup önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve nihayetinde sen onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” İblis’in bu ahdine karşılık Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak defol oradan. And olsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” (A’râf, 7/16-18)

Evet, İblis’in ilk ahdi, insanı şükretmeyen bir varlık hâline dönüştürmektir. Çünkü insanın şükretmemesi, küfür ve şirk bataklığına saplanmaya başlaması demektir. Nitekim küfür, nimeti ve nimetin sahibini görmemek, onu gizleyip üstünü örtmek; şirk de bir hususta başka bir şeyin ortak olduğunu düşünmek demektir. Şükür ise nimeti vereni tanımak, ona minnet duymak ve nimetin asıl sahibini bilmektir. Kişi nimeti vereni tanıyınca onu sevmeye ve onun istediği gibi yaşamaya başlar. En sonunda, kendisine ulaşan bütün nimetlerin yegâne sahibinin Allah Teâlâ olduğunu anlar. Dolayısıyla şükür ile îman arasında doğrudan bir ilişki söz konusudur. Onun için Yüce Rabbimiz İnsan sûresinde: “Şüphesiz biz insana doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister kâfir...” (76/3) buyurur.

Allah Teâlâ’yı ve O’nun ef’âlini bilen kimse, dünyadaki her şeyin Yüce Allâh’ın emrinde olduğunu, kendisine ulaşan nimetleri getirenlerin de bir postacı gibi olduğunu bilmelidir. Gerçekte nimeti veren ve nimetin sahibine ulaşması için o kişiyi mecbur kılan Allah Teâlâ’dır. Kişi bunu anladığı vakit Rabbini tanımış ve gerçek bir muvahhid olmuş olur.

Onun için nimetlerin bu kadar çok arttığı asrımızda, İblis’in ilk ahdini ve bundaki amacını aklımızdan çıkarmamamız gerekmektedir. Amaç insanı şükretmeyen biri yapıp, nankör birine dönüştürmektir. Amaç insanın gözünü kör edip, onu nimetin asıl sahibini göremeyen biri hâline getirmek ve nihâi olarak da küfür ve şirk bataklığına çekmektir. Yazımızı şu âyetle noktalayalım:

“Rabbiniz şöyle bildirdi: “And olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”

Selâm ve duâ ile…