Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy gösterir. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlar. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyür ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelir. Bir gün dayanamayıp sorar kavağa:

▬ Sen kaç ayda bu hâle geldin?” der. Kavak ağacı:

▬ 10 yılda!” der. Kabak:

▬ 10 yılda mı?” diye istihza ile güler kabak ve çiçeklerini sallayarak: “Ben, neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!” der. Kavak ağacı: 

▬ Doğru söylüyorsun, doğru! der. Günler günleri kovalar ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak önce üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlar. Sorar endişeyle kavağa:

▬ Bana neler oluyor?” der. Kavak ağacı:

▬ Ölüyorsun!” dediğinde kabak:

▬ Niçin?” der. Kavak ağacı:

▬ Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştın da onun için.” der.

Yâni; Çalışmadan, emek harcamadan, gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır. Bu nedenle muazzam bir söz vardır; “Zahmetini çekmediğin şeyin keyfini süremezsin.” Kul başarmakla görevli değil ama gayret etmekle görevlidir.

 Maalesef günümüzde kısa yoldan ve emek sarf etmeden kazanmak başarıymış gibi gösterilmektedir. Hâlbuki kul hakkına riâyet etmeden, kamu malını zarara uğratarak kazandığını sanmak aslında kaybetmektir. Aldatarak, hile ile insanları kandırıp haksız kazanç elde etmek inancımızla asla bağdaşmaz. Mü’mine düşen, alın teriyle yetinmek, rızkını helâl yoldan temin etmek için çalışıp çabalamaktır. Gayret mü’minden, rızık ise Allah’tandır. Rabbimiz, kendi rızâsı yolunda harcanan hiçbir emeği karşılıksız bırakmaz.

Afrika’da bir sabah hayal edin. Her sabah bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir. Her sabah Afrika’da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır. Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur. Dinimiz helâlinden çalışıp kazanmanın büyük bir sevap olduğunu belirtmekte, Kur’ân’da kişiye ancak çalıştığının karşılığının verileceği bildirilmektedir.

Şimdi bu hikâyeden çıkarılacak en güzel derslerden bir tanesi, çalışmadan, emek harcamadan gelinen noktanın başarı sayılmayacağıdır. İkincisi ise, kolay kazanılan şeyin kolay kaybedilebileceğidir. Yâni her işte alın teri ve emek şarttır. Yüce dinimiz İslâm, tembelliğe, sorumsuzluğa ve çalışmadan kazanmaya izin vermez. Her insanın alın teri dökerek, el emeğiyle, göz nuruyla çalışarak kazanmasını ister. Resûl-i Ekrem’in; “Hiç kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma asla yiyemez.” hadisi bu hususa işâret eder. Çıkarabileceğimiz bir diğer ders de omuz verdiğin, yanında durduğun kişilerin özelliğidir. Başarılı, çalışkan, doğru ve dürüst, prensip sahibi, ilkeli insanlarla birlikte hareket edersen, ekip ruhu içinde çalışırsan, zirveye ulaşabilirsin. Ama ne olduğunu, kim olduğunu unutmadan, alçakgönüllü olmayı elden bırakmadan, kibir ve gurura kapılmadan, bir de ölümlü, fâni bir insan olduğunu aklından çıkarmadan zirveye oturursan başarı uzun süre devam edebilir.

Peygamber (s.a.v.) küçüklüğünde çobanlık yapmış, gençliğinde ticaretle meşgul olmuş, Medine’ye geldiğinde de yaptırdığı mescidin inşâsında bizzat çalışmıştır. Bir ülkenin gelişip kalkınması ancak o ülke vatandaşlarının çalışmasıyla mümkündür. Üretmek ve helâl yoldan kazanmak hem kendi mutluluğumuz hem de bizden sonra gelecek nesillerin huzuru için önemlidir. Hangi meslek veya işi yaparsak yapalım, hangi statü veya konumda olursak olalım işimizi hakkıyla yapmalı, kazandığımızı hak ederek almalıyız. “İki günü eşit olan ziyandadır.” Hadisini kendimize düstûr edinmeliyiz.

Velhasıl kelâm; Mesele; Hak etmedikleri hâlde bâzı yer ve imkânlara sahip olup kısa sürede büyüyüp hafif bir rüzgârla yok olmak değil. Mesele; Her şart altında kavak ağacı gibi ayakta dimdik kalabilmektir! Vesselam…

Selâm ve duâ ile…