Konuyla ilgili bir önceki yazımızda Hz. Mûsâ’nın mucizevi doğumunu anlatmıştık. Kur'ân-i kerimde Hz. Mûsâ’nın 5 mucizesi anlatılmaktadır. Bunlar onun eli, asası, asasının sihirbazları mağlup etmesi, Hz. Mûsâ ve kavmi için denizin yarılması ve Hz. Mûsâ’nın asasıyla taşa vurmasıyla taştan 12 çeşmenin akmasıdır. Bu mucizeleri anlatmadan önce onun önemli, adeta mucizevi olarak cereyan eden hayatının önemli kısmını da anlatmakta yarar vardır.  Bir önceki yazımızda da anlatıldığı gibi, Hz. Mûsâ’nın annesi onu doğurduktan sonra Cenâb-ı Allah’ın emriyle onu sandığa koyup Nil’e bırakmış ve neticede sandık Firavun’un sarayına ulaşmıştır. Firavun’un eşi Hz. Asiye sandığı açtıktan sonra Hz. Mûsâ için sütannesi bulmaya çalıştı. Hz. Mûsâ emzirilmek üzere saraydaki cariyelere arz edildi. Ancak Cenâb-ı Allah’ın takdiriyle Hz. Mûsâ onlardan hiçbirinin göğsünü emmedi. Konuyla ilgili ayeti kerimede “biz ona sütannelerini haram kıldık…” (Kasas, 28/12) diye buyrulmuştur.

Bunun üzerine Hz. Mûsâ’ya sütannesi bulmak için etrafa haber salındı ve Hz. Mûsâ dışarıya çıkarılıp bir meydanda sütannelerine arz edildi. Saraya yakın olmak ve Hz. Asiye’den yardım ve ihsan görmek için her kadın Hz. Mûsâ’ya sütannesi olmak istiyordu. Haberi duyan her kadın gelip Hz. Mûsâ’yı kucağına alıp emzirmeye çalıştı, ancak Cenâb-ı Allah’ın murada başka idi. O, Hz. Mûsâ’yı annesine döndürmeyi murat etmişti. Hz. Mûsâ hiçbir kadının sütünü emmedi. Hz. Mûsâ’nın annesi onun saraya ulaştığını duyunca kendi kızını yani Hz. Mûsâ’nın ablasını gizliden Hz. Mûsâ’yı takip etmekle görevlendirmişti. Hz. Mûsâ’nın ablası çaktırmadan durumu izliyordu. Hz. Mûsâ hiçbir kadının sütünü emmeyince onun ablası “ben size onu alıp emziren ve ona nasihat eden yani kendisine iyi davranan bir aileyi haber vereyim mi?, dedi. (Kasas, 28/12). Saray ahalisi bu sözden şüphelenerek bu kızın Hz. Mûsâ’yı tanıdığından kuşkulandılar ve bu aileyi nereden tanıdığını sordular. Hz. Mûsâ’nın ablası sözünü farklı açıklayarak şüphelerden kurtulmayı başardı ve gelmesi için gidip annesine haber verdi. Annesi gelip Hz. Mûsâ’yı kucağına alınca hemen sıçrayıp annesinin sütünü emmeye başladı ve duyasıya kadar süt emdi.

Bunun üzerine Firavun’un eşi Hz. Asiye, Hz. Mûsâ’nın annesine şu teklifte bulundu: Saraya gel, bu oğlumu emzir, sana hem ücretini verir hem de ikram ve ihsanda bulunurum. Ancak Hz. Mûsâ’nın annesi eşi, başka çocukları ve aile bireyleri olduğundan evini terk edemeyeceğini, fakat şayet Hz. Mûsâ’yı kendisine teslim ederse evine götürüp evde emzireceğini ve bakımını yapacağını ifade etti. Başka sütannesi bulunmadığından Hz. Asiye bunu kabul etmek zorunda kaldı, Hz. Mûsâ’yı annesine teslim etti. Konuyla ilgili ayette şöyle buyrulmuştur: “Biz onu annesine geri döndürdük ki gözü aydın olsun ve üzülmesin…”( Ksas, 28/13) Hz. Mûsâ böylece annesine geri döndü, annesi hem oğlunu emzirdi hem onun emzirmesine karşılık Hz. Asiye’den ücret aldı hem de ikram ve ihsan gördü.

Hz. Asiye, Cenâb-ı Allah’ın takdiriyle bir annenin öz evladını sevmesinden çok daha fazla Hz. Mûsâ’yı seviyordu. Hz. Mûsâ’nın saraya getirilmesi için bir gün Hz. Mûsâ’nın annesine haber salmıştı. Hz. Asiye ayrıca Hz. Mûsâ’yı törenle karşılamak ve ona çeşitli hediyeler takdim etmek üzere saray erkânı ve diğer tüm eşrafın hanımlarına emir vermişti. Hz. Mûsâ saraya getirilirken, Hz. Asiye tüm bu hanımlarla ihtişamlı bir şekilde Hz. Mûsâ’yı karşılamış ve her bir kadın Hz. Mûsâ’ya ve onun annesine çeşitli kıymetli hediyeler takdim etmişlerdi. Tabi ki kimse Hz. Mûsâ’yı emziren kadının onun annesi olduğunu bilmiyordu.

Evet, Cenâb-ı Allah, sonsuz ilim ve kudret sahibidir. O, bir şeyi murat edince hiçbir insan ve hiçbir güç O’nun emrine ve iradesine mani olamaz. Yeter ki O dilesin, gerisi kendiliğinden gelir, O’nun için her şey kolaydır. O, murat ettiği bir şeyin sebeplerini de kendisi yaratıp meydana getirir. Bazen de insanlara ibret olsun diye insanoğlunun imkânsız olarak gördüğü ortamlarda emrini ve işlerini icra eder. İnsanlık tarihinin en büyük kâfiri, diğer insanlar gibi ölümlü, fani ve zavallı bir kul olduğu halde haddini çok çok aşarak rububiyyet iddiasında bulunan ve أَنَا رَبُّكُمُ الْأَعْلَى  “ben sizin en büyük rabbinizim” (Naziât, 79/24) iddiasında bulunan, insanlık tarihinin en büyük zalimi olan, saltanatını ve hükümranlığını devam ettirmek için annesinden doğup henüz dünyaya gözlerini bile açmayan bebeklerin boğazlarını kestirip öldürtecek kadar vahşileşen cani ve katil bir insanın eliyle kendi peygamberini besletip büyüten Yüce Mevla ne kadar büyüktür! Onun işleri ne kadar güzeldir!

Bu kadar büyük bir kâfir ve zalimin eşinin bir peygamber adayını bu kadar sevmesi, kendisine bu kadar şefkat ve merhamet beslemesi ve onu bu kadar yüceltmesi ne kadar calibi dikkat ve ne kadar hayret verici bir hadisedir. Bu kadar büyük bir kâfir, bu kadar gaddar ve zalim bir insanın eşi olması, onunla birlikte aynı evi, aynı sofrayı ve aynı yatağı paylaşan Hz. Asiye’nin insanlık tarihinin en faziletli kadınlarından biri olması, cennette en yüksek mertebeye ulaşması ne kadar büyük, ne kadar hikmet dolu bir hadisedir.

Evet, Yüce Mevla’nın fazl-u inayeti olmazsa elbette ki zavallı insanoğlunun yapacağı fazla bir şey yoktur. Ancak insanın sağduyulu ve akli selim ile hareket etmesi, tercihini dünyevi yönde değil, Allah’ın razı olacağı bir yönde kullanması ve elinden geleni Yüce Rabbinin rızasını kazanmak için yapması çok ama çok önemlidir. Cenâb-ı Allah’ın ikramı ve ihsanı bundan sonra gelir. Kul Allah’a bir verirse Cenâb-ı Allah ona bin verir, yüz bin verir, milyon verir ve sonsuz verir. Ancak insanoğlunun Yüce Mevla’nın rızasını kazanması için ilk adımı atması gerekir, adım atmazsan gerisi gelmez.

Kur'ân’da dört kadından bahsedilmektedir. Bunlardan biri Hz. Nuh’un eşi, biri Hz. Lut’un eşidir ki bu ikisi eşlerine ihanet edip onlara iman etmediklerinden cehenneme müstahak oldular. Üçüncüsü Hz. Asiye’dir. Hz. Asiye İsrail oğullarının en önemli kadınlarından idi. İnsanlık tarihinin en azgın, en büyük kâfiri ve en zalimi olan Firavun’un eşi idi. Cenâb-ı Allah’ın takdiri ve onun iyi tercihi neticesinde dünyanın en faziletli kadını olmayı başarmıştır. Hz. Asiye Hz. Mûsâ’ya iman ettiğinden dolayı Firavun tarafından işkence edilerek şehit edilmiştir. Hz. Asiye güneşin önünde yere yere yatırılmıştı. Firavun’un adamları ona işkence ediyordu. Onlar gidince melekler gelip kendisine gölge yapıyordu. O henüz işkence görürken cennetteki yerini görmüştür. Nihayet imanından dönmediğinden büyük bir kaya onun üzerine bırakılarak şehit edilmişti. Ancak kaya getirilmeden Cenâb-ı Allah onun ruhunu kabzetmişti. Dördüncüsü Hz. Meryem’dir. Tahrim Sûresi’nin son üç ayeti bu dört kadından bahsetmektedir. Bir hadisi şerifinde Hz. Peygamber de dünyanın en faziletli kadınlarının Hz. Asiye, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz. Fatime olduğunu, ifade buyurmuştur.

Hz. Mûsâ sütten ayrıldıktan sonra Firavun’un sarayında büyüdü. Nihayet olgun bir yaşa gelince Cenâb-ı Allah tarafından kendisine ilim ve hikmet verildi. Kur'ân’da bu husus, “Mûsâ kuvvetli yaşına varınca ona hüküm ve ilim verdik…” (Kasas, 28/14) şeklinde ifade edilmiştir. Bir gün Hz. Mûsâ insanların gaflette oldukları yani sabah erkenden veya akşam vakti fazla kimsenin dışarıda olmadığı bir sırada şehre girdi. Orada biri kendi kavminden yani İsrail oğullarından biri de Kıbtî yani Firavun’un kavminden olan iki kişinin kavga ettiğini gördü. Kendi kavminden olan ondan yardım istedi. Hz. Mûsâ Kıbtî’ye bir yumruk vurdu ve adam öldü. Adamın kim tarafından öldürüldüğü bilinmiyordu. Bunun üzerine Hz. Mûsâ korku ile akıbetini beklerden ertesi gün yine şehre indi ve önceki gün kendisine yardım ettiği kişinin başka biriyle kavga ettiğini gördü. Bu kişi yine Hz. Mûsâ’dan yardım istedi. Hz. Mûsâ ona, sen apaçık bir sapıksın, dedi ve Kıbtî’ye vurmak istedi. Bu kişi Hz. Mûsâ’nın kendisine vuracağını sanıp şöyle dedi: Ey Mûsâ, dün birini öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Böylece önceki gün öldürülen kişinin Hz. Mûsâ tarafından öldürüldüğü ifşa oldu. Bu haber Firavun’a ulaştı ve o, Hz. Mûsâ’yı yakalayıp öldürmek istedi. Bunu duyanlardan biri hemen Hz. Mûsâ’nın yanına gelip konuyu ona haber verdi ve onun şehirden çıkmasını tavsiye etti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ şehirden çıkıp Medyen’e doğru yola koyuldu. Taberî’nin naklettiği bir rivayete göre Hz. Mûsâ yolu bilmediğinden bir melek atın üzerinde gelip ona yol göstermiş ve onu Medyen’e kadar götürmüştü. 

Hz. Mûsâ Medyen’in yakınına varınca bir grup insanın bir suyun üzerinde hayvanlarını suladığını ve iki kızın koyunlarıyla birlikte sudan biraz uzakta durduğunu gördü. Onlara neden böyle uzak durduklarını sorunca biz ancak herkes gittikten sonra koyunlarımıza su verebiliriz, dediler. Hz. Mûsâ hemen insanları suyun etrafından uzaklaştırıp bu iki kızın koyunlarına su verdi, onlar da koyunlarını sürüp eve vardılar ve babalarına bu durumu haber verdiler. Bunun üzerine kızların babası bir kızını gönderip Hz. Mûsâ’yı eve çağırdı. Hz. Mûsâ onun yanına varıp kendi başından geçenleri kendisine anlatınca kızın babası şöyle dedi: Korkma, sen zalim olan bir kavimden kurtuldun. Hz. Mûsâ’yı çağırmaya giden kız, ey babacığım, bunu ücretle tut, şüphesiz ücretle tuttuğun en iyi kişi kuvvetli ve emin olan kişidir, diyerek Hz. Mûsâ’nın ücret karşılığında çoban olarak tutulmasını tavsiye etti. Kızın tavsiyesiyle babası Hz. Mûsâ’ya 8 veya 10 yıl kendisine çobanlık yapmak üzere bir kızını kendisine nikâhlayacağını söyleyerek teklifte bulundu. Hz. Mûsâ da bunu kabul etti. Rivayetlere göre Hz. Mûsâ’yı çağırmaya giden küçük kız idi ve Hz. Mûsâ onunla evlenmişti. Hz. Mûsâ pazarlığı kabul edince babası kızına Mûsâ’ya asalarından bir asa getirmesini emretti, kız gidip asaların arasından bir asayı almak istedi ve daha önce kızın babasına emanet edilen asa onun eline geldi. Babası bunun değiştirilmesini istedi ise de her seferinde bu asa kızın eline geldi. Rivayetlere göre Hz. Mûsâ’nın bu asası Türkçede teke dikeni denen avsec ağacından idi.  

Hz. Mûsâ 10 yıl çobanlık yaptıktan sonra eşi ve kayınpederi tarafından kendisine hibe edilen koyunlarla birlikte Medyen’den ayrıldı. Kendi memleketine yani Mısır’a gidip anne ve babasını ve akrabalarını ziyaret etmek istiyordu. Rivayetlere göre yolda yürürken yağmurlu bir gecede yolunu kaybetti. Çakmak taşını yakıp yol bulmaya çalıştı ise de çakmak taşı yanmadı. İşte tam bu sırada Tur’un bir tarafında bir ateş gördü ve ehline/eşine, siz burada bekleyin, ben bir ateş gördüm, umulur ki oradan bir haber veya sizin kendisiyle ısınacağınız bir ateş koru getireceğim, dedi. Hz. Mûsâ’nın gördüğü bu ateş, aslında ateş değildi, bir ağaca tecelli eden ilahî bir nur idi. Hz. Mûsâ o ateşin yanına varınca vadinin sağ tarafında mübarek bir yerde bulunan bir ağaçtan bir ses işitti. Bu ses kainatın sahibi ve yaratıcısı olan Yüce Mevla’nın sesi idi. Bu ses ona şöyle nida etti: Ya Mûsâ, hakikat şu ki ben âlemlerin Rabbi olan Allah’ım ve asanı yere at. Bu sesi alan Hz. Mûsâ asasını yere attı, asa yere atılınca büyük bir yılana dönüştü, yılan gibi hızlı bir şekilde yerde sürünürdü, ağzını açmıştı, önüne gelen her şeyi yutardı, ağzı çok geniş ve korkunç bir manzarası vardı. Hz. Mûsâ asanın bu korkunç manzarasını görünce bundan korktu, arkasını dönüp kaçtı ve arkasına bile bakmadı. Bu esnada Yüce Mevla ona tekrar şöyle nida etti: Ey Mûsâ, dön ve korkma, sen emin olanlardansın. Elini koynuna sok, hiçbir hastalığı olmadığı halde onun bembeyaz olarak çıktığını görürsün. Bu ikisi yani asan ile elin, Rabbin tarafından Firavun ve onun kavmine karşılık sana verilen ve senin Peygamber olduğunu gösteren iki delil yani iki mucizedir. (Bu anlattıklarımız Kasas Suresi, 14- 32. ayetlerinde özetle anlatılmaktadır.)

Beyzavi tefsirinin verdiği malumata göre Cenâb-ı Allah Hz. ile konuşurken Hz. Mûsâ O’nun sesini her taraftan duyuyordu. Hatta Hz. Mûsâ’nın tüm uzuvları sesi alıyordu. Normalde ses bir taraftan insana gelir, ancak Cenâb-ı Allah mekândan münezzehtir, zat ve sıfatları bakımından mahlûktan farklıdır. Onun için O’nun sesi farklı bir şekilde Hz. Mûsâ tarafından duyulmuştu.     

Bu son ayetlerde Hz. Mûsâ’nın iki mucizesi anlatılmaktadır. Bunlardan biri onun asası, diğeri de elidir. Hz. Mûsâ, asasını yere atınca Cenâb-ı Allah tarafından büyük bir yılana dönüşür ve önüne gelen her şeyi yutardı. Asayı eline alınca tekrar eski haline dönerdi. Daha sonra da anlatacağımız gibi sihirbazların büyülerini de yutmuştu. Eline gelince Hz. Mûsâ elini koynuna sokup çıkarınca eli bembeyaz olup parlıyordu, tekrar koynuna sokup çıkarınca normal haline dönerdi. 

Hz. Mûsâ’nın bu iki mucizesi ile bu son ayetlerde anlatılan kıssası, Taha Suresi’nin başında yer alan şu ayetlerde de anlatılmaktadır: “Mûsâ’nın kıssası sana geldi mi? Hani ateş gördü de ehline şöyle dedi: Burada bekleyin, ben bir ateş gördüm. Umulur ki oradan size bir kor getirir veya ateşin üzerinde yol gösteren bir delil bulacağım. Ateşin yanına varınca ona şöyle nida edildi: Ey Mûsâ, muhakkak ki ben senin Rabbinim, ayakkabını çıkar, şüphesiz sen mukaddes bir vadi olan Tuva’dasın. Ben Peygamberlik için seni seçtim. Sana vahiy edileni dinle. Şüphesiz ki ben Allah’ım, benim dışımda ilah yoktur, ancak ben varım. Bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl. Muhakkak ki kıyamet gelecektir. Neredeyse onu gizleyeceğim. Her nefis yaptığının karşılığını görsün diye (kıyamet mutlaka gelecektir). Kıyamete iman etmeyip hevasına tabi olan seni kıyametten alıkoymasın. (Şayet böyle olursan) helak olursun. Ey Mûsâ, sağ elindeki nedir? Mûsâ şöyle dedi: Bu asamdır, ona yaslanırım, onunla koyunlarıma yaprak silkelerim ve benim için onda başka ihtiyaçlarım da vardır. Allah şöyle dedi: Ey Mûsâ, asanı yere at. Onu yere attı ve o, yerde hızlı sürünen bir yılan oluverdi. Allah şöyle dedi: Onu al ve korkma, biz onu tekrar eski haline döndüreceğiz. Elini koynuna sok, üzerinde hiçbir hastalık olmadığı halde bembeyaz bir şekilde dışarı çıkar. Bu, (elin) asaya ilaveten ikinci bir mucizedir. Sana büyük ayetlerimizi göstermek için bunları sana verdik. (Taha, 20/9-23.)