Mecnûn, Leylâ’sının köyüne gitmek için dişi bir deveye biner. Bir süre yol alır. Mecnûn’un bütün derdi, sevdiceğinin köyüne bir an önce ulaşmaktır. Dişi deve ise geride bıraktığı yavrularını düşünür. Onun da tek derdi, bir an önce geriye dönüp yavrusuna kavuşmaktır.

Mecnûn bir an dalıp gittiğinde deve geriye döner, köye yavrularına kavuşmak için geriye koşar. Mecnûn kendine geldiğinde, devenin yönünü tekrar Leylâ’nın köyüne doğru çevirir. Bu yolculuk iki-üç gün böyle, iki ileri bir geri devam eder. Mecnûn yıllardır yollarda gibi şaşırıp kalır. Bakar ki bu yol böyle bitmeyecek, devesinden iner ve deveye hitaben:

Ey deve! İkimiz de âşığız, ama sevdiklerimiz farklı yerlerde. Biz birbirimizle yol arkadaşlığı yapamayız. Beraberliğimiz ikimizi de hedefe ulaştırmayacak. En doğrusu biz yollarımızı ayıralım.” der, deveyi serbest bırakır.

Bu hikâyede Mecnûn insan ruhunu temsil eder. Ve Ruh, ezeli bir sevgiliye yâni rabbine muhtaç, müştak, âşık ve fıtratında olduğundan ona doğru gitmek ister. Fakat nefis ona devamlı engel olur.

Deve ise nefistir. Maddi arzuların sembolüdür. O da yavruları olan heveslerin ardında koşmaktadır. Maddî arzuların peşinden koşan nefsin sembolüdür. Bu nedenle beşerin bilerek veya bilmeyerek gösterdiği tüm çabaların arkasında ölümsüzlük (lâ yemüt) ve kendini aşabilme isteği vardır. Hâlbuki bu çabaya en yakın olanlar âriflerdir. Onlar fâni olandan bâki olana yönelerek yokluktan kurtulurlar. Yunus der ki:

Boyandım rengine solmazam ayruk (artık)

Aşıkım ölmezem ayruk.

Cenâb-ı Allah Ankebût Sûresinin 69. âyetinde: “Bizim uğrumuzda elinden gelen çabayı sarf edenlere gelince, onları bize ulaşan yollara mutlaka yöneltiriz. Kuşkusuz Allah iyilik yapanların yanındadır.”

Bir peygamber olan ve bu sebeple günahlardan temizlenmiş bulunan Yusuf (a. s. ): “…Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis kötülüğü emredicidir” (Yusuf, 12/53) diyor. Dolayısıyla kötülüğü şiddetli arzulama, her nefsin tabiatındandır. Ancak Allah’ın emirlerine yönelen ve böylece İlâhî rahmetin gölgesi altına sığınan kimseler, nefsin arzuladığı şeyleri işlemekten sakınırlar. İyiliğe yönelen kimselerin üzerinde nefsin yaptırım gücü azalır. Belirli bir aşamadan sonra ise, kalbe yönlendirici hiç bir tesiri olmayan gelip geçici düşüncelerden ibâret kalır. Zira Yusuf (a. s. ) Mısır azizinin karısının kendisini çağırdığı zaman onun çağrısına cevap vermemiş ve böyle bir kötülükten Allah’a sığınmıştı. Ve aslında nefsinin, tabiatından kaynaklanan bir özelliği olarak bu çağrıya cevap vermesini telkin ettiğini itiraf etmektedir: “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. ” Ancak bu sadece bir dürtü olarak kaldığı ve Rabbine sığınıp bu dürtüye iltifat etmediği için bir zararının dokunması söz konusu olmamıştır.

En temiz nefse sahip olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle duâ etmiştir: “Allâh’ım! Rahmetini umuyorum. Gözümü açıp kapayıncaya kadar dahî beni nefsimin hevâsıyla başbaşa bırakma! Her hâlimi ıslah eyle! Şüphesiz Sen’den başka ilâh yoktur…” Hak Teâlâ’nın edeplendirip de parıl parıl eylediği nefsine rağmen Efendimiz (s.a.v.)’in böyle buyurması, elbette ki bizleri uyarmak içindir.

Tasavvufi ve ahlâki eserlerde, her insanda yaratılıştan mevcut olan bu ilahî latifenin, işlevini yapabilmesi için ahlak eğitiminin şart olduğu belirtilir. Bu eğitimden geçmemiş insanlar, tasavvufçuların nefs-i hayvani dedikleri olumsuz egolarının esiri olup, mânevi alanda ilerleyemezler. Gazali, bedenî arzularının peşinden koşanlar hevâlarını ilah edinmişler demektir. Çünkü insan neyin peşinde koşuyorsa kendini ona adamış demektir. Hz. Peygamber, maddeperestler için “paranın kölesi” (abdü’d-dinar) deyimini kullanır. Buna göre ahlaki alanda negatif içgüdülerine teslim olmuş insan da köle sayılabilir. Tasavvuf düşüncesine göre ‘rabbani latife’nin çağrısına uyarak ruhlarını özgür kılmayı başaranlar, içlerindeki sevgilerini ve dışlarındaki mallarını paylaşma erdemini de kazanmış olurlar. Fudayl b. İyaz anlatıyor: “Eski peygamberlerden biri, ‘Ey Rabbim! Senin beni sevdiğini nasıl anlayabilirim?’ deyince Yüce Allah, ‘Fakirlerin senden memnun olup olmadıklarına bakarsan anlarsın’ buyurmuştur.”

Netice olarak kim neyin olmasını istiyorsa, o doğrultuda mücâdele etmeli, emek vermeli, mesâi harcamalıdır. Şüphesiz ki hak sahibine iâde edilecektir. Vesselam…

Selâm ve duâ ile…