Hz. Peygamber (s.a.v.), biricik annesi Amine’yi 6 yaşındayken kaybetmiştir.

Annesi Ebva’da vefat ederken yanında bulunan, annesinin hizmetinde olan genç bir hanımefendi vardı: Ümmü Eymen. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona “Annemden sonra annem” diye hitap ederdi.

Yine Hz. Peygamberin (s.a.v.) “annem” diye hitap ettiği Halime vardır.

Halime; Efendimizin (s.a.v.), sütannesidir. Aynı zamanda Süveybe diye başka bir hanımefendiden de kısa bir müddet süt emmiştir. Ona da “annem” diye hitap ederdi.

Efendimizin (s.a.v.) neredeyse yüzüne bakmaya doyamadığı konuşmaya kıyamadığı “Babasının annesi” diye hitap ettiği biricik kızı -neslinin kendisinden devam ettiği kızı- Hz. Ali’nin eşi, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi Fatıma’sı vardır. “Babasının annesi” diye hitap eder Efendimiz (s.a.v.) ona.

Hz. Peygamber(s.a.v.) anne karnındayken babası Abdullah vefat etmişti. 6 yaşlarındayken de bir yolculuk esnasında Ebvâ adlı bir köyde annesini kaybetmişti.

Efendimizi dedesinin yanına vermişlerdi.

Babadan yetim, anneden öksüz...

Dedenin yanına verilmiş, Efendimiz (s.a.v.) henüz 8 yaşındayken dedesi Abdülmuttalip de vefat etti. Efendimiz (s.a.v.) babadan, anneden, dededen mahrum kalınca onu 9 amcasından birine vereceklerdi. Amcaların içerisinde varlıklı olanlar, maddi durumu iyi olanlar vardı. Durumu en zayıf, en gariplerden bir tanesi olan Ebu Talib’e verdiler.

Bunun iki sebebi vardı: Birincisi fakir de olsa şefkatli ve merhametli bir adamdı, ikinci sebep ise Ebu Talib’in eşi Fatıma Binti Esed merhamet ve şefkat dolu bir kadındı.

Efendimiz (s.a.v.) 25 yaşına gelip Hatice annemizle evleninceye kadar amcası Ebu Talib’in evinde kaldı.

Fatıma Binti Esed, Efendimize (s.a.v.), annelik yaptı.

Efendimiz (s.a.v.), Hz. Hatice ile evlendi. Çocukları oldu. 40 yaşında Peygamberlikle görevlendirildi. Daha sonra Ebu Talip hüzün yılında vefat etti. Fatıma Binti Esed uzun yaşadı. Daha sonraki yıllarda Efendimize (s.a.v.), iman etti.

Ebu Talib’in eşi, Hz. Ali’nin annesi, Hz. Fatıma annemizin de kayınvalidesi idi: Fatıma Binti Esed...

Efendimiz (s.a.v.) ona sürekli ilgi gösterir, ziyâretine gider, imkân varsa hediyeler götürür, hâlini hatırını sorar ve kendisine “Annemden sonra annem” diye hitap ederdi.

Hastalandı, durumu ağırlaştı.

Efendimiz (s.a.v.) bir gün Hz. Ali’ye “Ali! Annenin durumunda bir değişiklik olursa bana haber ver” dedi. Çünkü durumu ağırdı. Ölüm herkese takdir edilen sürede gelir ama hasta, yaşlanmış, pîri fâni olmuş kimseler için böyle bir ihtimal sürekli daha fazla kabul edilir.

Bir gün Hz. Ali geldi; “Ya Rasulallah! Annemi kaybettik. Annem dünyasını değiştirdi.” dedi. Efendimiz (s.a.v.) kendi üzerindeki elbisesini çıkardı “Anneni kefenlerken benim elbisemi de kefen bezi olarak kullanın.” dedi.

Cenaze hazırlandı, yıkandı, kefenlendi. Musallaya geldi. Namazı kılındı. Kabre götürüldü. Hz. Ömer diyor ki: “Gittik kabristan kazılmış, Efendimiz (s.a.v.) kimseyi beklemeden hemen kabre girdi, eğildi. Kabirden konuşma sesleri geliyor. Efendimizden başka kimse yok kabirde. Fısıltılı şeklinde sesler geliyor. Çok merak ettim. Efendimiz (s.a.v.) birisiyle mi konuşuyor acaba. Cenaze esnasında soramadım” 

Devamını yine Hz. Ömer’den dinleyelim: “Epeyce konuştuktan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) cenazeyi birlikte kabre indirmek amacıyla Ali’yi çağırmak için başını kaldırdı. Gözleri gökyüzüne doğru dikildi, gülümsemeye başladı... Çok hüzünlü, üzüntülü bir anıydı ama Efendimiz (s.a.v.) gülümsüyordu. “Annemden sonra annem” diye hitap ettiği bir hanımefendinin cenazesini defnederken Hz. Peygamber (s.a.s.)’ın gülümsemesi çok dikkatimi çekti ama soramadım. Çünkü tam defin esnasındaydık. Cenazeyi defnettik, kabri kapattık. Geri gelirken dedim ki: “Ya Rasulallah başka cenazelerde yapmadığınız üç şeyi bu cenazede yaptınız.”  “Ne yaptım Ömer?” diye sordu. “Birinci olarak elbisenizi verdiniz kefenlensin diye.” Elbette elbiseyle, kıyâfetle insanlar; -eğer güzel bir hayatları yoksa- kabir azabından kurtulamazlar. Giydikleriyle, bindikleriyle insanlar eğer amelleriyle imanlarıyla bir şey hak etmedilerse başka bir hak sahibi olamazlar. Ancak bu Efendimizin (s.a.v.) iyiliğine şahitlik ettiği “Annemden sonra annem” dediği bir kadın. “Ona verdim elbiseyi evet. Ümit ettim ki Allah, Peygamberinin vücudunu bürüyen elbiseyi belki anneme rahmet etmeye vesile kılar.” diyor. “Ya Rasulallah! Kabre girdiniz, aşağıda sanki biriyle konuştunuz gibi sesler geldi. Konuştunuz mu, bir şey mi okudunuz?” diye sordu. “Evet, Münker-Nekir aşağıda, kabirde bekliyordu. Onlara annemi anlattım. Annemden sonraki annemi 8 yaşımdan 25 yaşıma kadar beni öz çocuklarından ayırmadığını… Bana yetimliğimi hissettirmediğini... O kadar güzel baktı ki bana. Sonra iman etti, Müslüman oldu. Güzel bir hanımefendiydi. Şahitlik yaptım. Annemden sonraki annemi anlattım onlara.” diyor. “Ya Rasulallah! Ali’yi çağırmak üzere başını yukarı kaldırınca yüzün gülmeye başladı. Böyle acılı, hüzünlü, üzüntülü bir anda gülümsemenizi anlayamadım” deyince “Ali’yi çağırmak üzere başımı kaldırdım bir de ne göreyim! Semâ binlerce melekle doluydu, binlerce melek hazır bulunmuşlardı. Cebrail (a.s.) “Ey Muhammed (s.a.v.), Fatıma’nın cenazesinde hazır bulunmak için yetmiş bin melekle geldik.” dedi…

Allah’ın melekleri, görevli melekleri aynen bekliyorlar. Allah’ın rahmeti, şefkat ve merhameti taşacak, coşacak, kuşatacak insanlar arıyor…

Öyle bir güzel hayat yaşamalıyız ki şu ayette muştulanan muttakilerden olalım: “Rablerine karşı gelmekten sakınanlar da gruplar hâlinde cennete sevk edilecek. Nihâyet oraya vardıklarında cennetin kapıları açılmış olacak; bekçileri onlara, Selâm size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun girin cennete!” diyecek.” “Cennette ebediyen kalmak üzere” sözünü, cümlesini duyabilecek bir akıbete ulaşmak için yaşamalıyız hayatı.  Hz. Fatıma Binti Esed’in hayatından hayatımıza güzelliklerin taşınmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Selâm ve duâ ile…