Hz. Ömer’e birisi gelir ve:

▬ Ey mü’minlerin emiri! Ben Hanımdan boşanmak istiyorum.” der. Hz. Faruk:

▬ Neden boşanmak istiyorsun? Derdin ne?” der. Adam:

▬ Mü’minlerin Emir'i armudun sapı, üzümün çöpü.” ciddi manada ortaya bir şey koyamaz. Bunun üzerine Hz. Ömer:

▬ Be adam, neden boşanmak istiyorsun? Olayın içyüzünü anlat bana.” dediği zaman adam:

▬ Ey Mü’minlerin Emir’i ben artık bu kadını sevmiyorum!” deyince Hz. Ömer, o adama döner ve sert bir şekilde şöyle der:

▬ Be adam! Evliliklerin hepsi sevgi, saygı ve muhabbetle devam ettiğini mi zannediyorsun. Evliliklerde hep aşkın, sevdanın olduğunu mu zannediyorsun? Yok, mu senin vefân? Hadi sevmiyorsun anladık. Senin vefânda mı yok?” diye azarlar eder. Eften püften nedenlerle yuva yıkanlar sahiden sizin vefânızda mı yok? Mahkeme kapılarına vardığınızda hâkimlerin önündeki dosyalarda baktığımızda on binlerce boşanma dosyası. Neden? Neden? Neden? Hani Allah’a söz vermiştik! Bu vefâsızlığın sebebi ne? İkide bir şunu duyuyoruz “kadın cinâyeti, kadın cinâyeti.” Allah aşkına Müslümanın ülkesinde, sokağında, caddesinde, evinde kadına şiddet olur mu? Evet, olur dediğinizi duyar gibiyim. Peki, o zaman neden? Çünkü biz Muhammed Mustafa’yı tanımış olsaydık bunu yapamazdık! Mekke’nin fethinde yaşlı bir kadın Rasulullah’ın çadırına dayanır ve Peygamberimizle görüşmek ister. Oradaki sahabe:

▬ Ana! Rasulullahı görmek isteyip ne yapacaksın, Rasulullah meşguldür işi var!” deyince O zavallı yaşlı kadın derdini yüksek sesle anlatmaya çalışır. Allah Rasulü kadının sesini duyar ve o hızla dışarı çıkar. Yaşlı kadının elinden tutar çadırına alır, sırtındaki hırkayı çıkarır kadının altına serer ve o yaşlı kadını oturtur. Derler ki:

Ya Resulallah bu kadına neden bu kadar önem verdiniz? Bunun sebebi nedir?” buyurular ki:

▬ Bu kadın Hz. Hatice’nin arkadaşıdır.” İşte vefâ budur. Bizde vefâ olsaydı biz birbirimizin canına okur muyduk? Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefâsı sadece insanlara ait değildi. Allah Rasulü (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret buyurduğunda ilk dilendiği yer Kûba Köyüdür. O (s.a.v.) Kûba’da 4-5 gün kalır. Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye yerleştikten sonra haftada bir mutlaka Kûba’ya gider ve ziyâret eder. Neden? “Benim ilk karargâhım burası” buyurur ve: “Hac, umre ve Medine’yi ziyâret edenlerden kim Kûba Mescidi ne gelir, güzelce abdestini alır iki rekât namaz kılarsa sanki bir umre yapmış gibi sevabını alır.” buyurur.

Nedir bu? Vefâdır. Peki, vefâ neydi? Vefâ, çekip giderken arkadan yıkıp yaktıklarını unutmamaktı, dünü unutmamanın adıydı vefâ. Peki, bugün ne oldu ümmeti Muhammed’e? Dün lokmayı paylaştığın, lokmayı ağzına koyduğun bugün seni öldürmek istiyorsa neredesin vefâ diye sormak gerekmez mi? “Allah’a verdiği sözü bozanların kullara karşı vefâsız olmaları kullara karşı vurdumduymaz olmaları elbette ki kaçınılmazdır.”  Neredesin vefâ diyoruz. “Müslümana en çok yakışan da vefaydı.”

Çünkü bizim sıfatımızdı vefâ.

Biz vefâsız olamazdık.

Vefâ, sözde durmaktı.

Yeminine sadık kalmaktı.

Arkadaşlığa sadık kalmaktı.

Dostluğa sadık kalmaktı.

Bunun adı vefâydı vefâ. Bazı insanlar birisinin arkasından ileri geri konuşurlarken İsâ Kelîmullah:

Görseniz ki bu insanın üzerindeki elbiseler açılmış, mahrem bölgeleri görülüyor peki, bunun üzerini örter misiniz, yoksa iyice açar mısınız?” derler ki:

Ey Allah’ın peygamberi elbette ki örteriz, açmayız.”

Peki, bu kardeşiniz hata yaptıysa neden vuruyorsunuz neden, siz de hiç vefâ yok mu? Kime anlatırsın vefâyı.

Delikanlı adam uzak yoldan gelir kan ter içerisinde belki haftalarca gece gündüz yol yürümüştür. Mescidi Nebevî’ye gelir. O heyecanla, o vuslatın vermiş olduğu heyecanla Resulullah’ın dizinin dibine atar kendisini. Rasulullahı koklamaya başlar ve sonra büyük bir kahraman edâsıyla şöyle der:

▬ Ey Allah’ın Resulü! Anne babamı ağlar bir şekilde bırakıp biat etmek (ve cihad) üzere sana geldim” deyince, Efendimiz (s.a.v.):

▬ Geri dön ve git o ağlattığın ana babanı güldür.” buyurur. “Yanımdan git” diyor Allah Rasülü.  Anana babana vefân yok mu senin neden neden ağlattın neden? Bu asrın Müslümanı anlar mı bu cümleleri acaba?

Her şeyin menfaate dayandığı bir dünyada, çıkara odaklandığı bir dünyada kim anlar vefâyı kim? Şu gökkubbe altında siz siz olun da hoş bir sedâ bırakın. Hani diyor ya şâir:

“Avâzeyi bu âleme Davut gibi sal,

Bâki kalan gök kubbede bir hoş sadâ imiş” Gerçekten iziniz olsun Akif’in dediği gibi.

“Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey eseri;

Bir eşek göçtü mü ondan da nihâyet semeri” Musallaya geldiğinizde sizi ne ile hatırlasınlar. İnsanlar sizin hakkınızda hangi şehâdette bulunsun. “Ya Rabbi! Biz bu adamdan râzıyız. Sözüne sadıktı. Vefâlı insandı.  Kimsenin arkasından çekiştirmezdi. Biz buna şâhitiz” diye böyle bir şehâdette bulunur mu insanlar neredee. Bir duruşumuz vardı, bir yapımız vardı, biz yola çıktıklarımızı yolda bulduklarımıza takas etmezdik, biz öyle bir yüreğe de sahiptik ki hiçbir esinti kardeşimize karşı, dostlarımıza karşı bu yüreğimizi değiştirmezdi. Biz düşen kardeşimizi görünce geceleri secdelere kapanırdık. Kardeşlerimizin adına duâlar ederdik. Bizdeki yürek bu idi. Şimdi ne oldu da birbirimizin canına okuyoruz. Sebep ne sebep? Hani diyorlar ya “vefâsız dünya.” Dünya vefâsız değil? Vefâsız insandır insan. Hz. Muhammed’in son nefesine kadar o duruşuna baktığımız zaman vefânın ne demek olduğunu görüyoruz. Ama bugün ufacık sebeple ufacık bahâneler bizi birbirimize düşürebiliyor.

Unutmayın ki vefâ’nın en büyük düşmanı vefâ’yı alt üst eden vefâ’yı çürüten tek bir sebep vardır o da hırstır hırs. Bugün öyle bir hırsımız var ki, öyle bir tamahkârlığımız var ki inanın ki hedefimize ulaşmak için ne kardeş dinleriz ne arkadaş dinleniriz ne dost hiçbir şey dinlemeyiz. Gerekirse düzler geçeriz. Hani yaşadığımız Corona Virüsü var ya duyduğumuz zaman bile insanların tüyleri ürperiyor. Corona Virüsü varmış yakaladığını götürüyormuş. İnanın ki şu anda bizler için en büyük virüs hırs virüsüdür. Çünkü bu virüs ne dostluk bırakıyor ne kardeşlik bırakıyor, çürütüyor insanı çürütüyor. Neredesin dostluk neredesin kardeşlik? Daha çok kazanayım, benim olsun cebim dolsun, ben olayım gerisi ölsün hırsı olduğu bir dünyada siz ahde vefâdan siz kardeşlikten bahsedebilir misiniz?

Selâm ve duâ ile…