Kur’ân-ı Kerim’de Allah (cc) üç problemli insan tipinden bahseder. Birincisi: Münafıklar, İkincisi: Taassupçu bedeviler, Üçüncüsü ise: Tembel Müslümanlardır.

Her şeyin olduğu gibi tevekkül duygusunun da günümüzdeki gibi tarih boyunca istismarcıları ve yanlış yorumlayıcıları olmuştur. Hz. Ömer, Yemen’den gelen bâzı insanların Medine’nin sokaklarında bomboş oturup hiç çalışmadan geçinmeye uğraştıklarını ve insanlara yük olduklarını görür. Hz. Ömer, tembel tembel oturan bu Yemenlilere:                                                                                                                  

▬ “Siz, kimlersiniz?” diye sorar. Onlar da:                                                                                                        

▬ “Biz, mütevekkil insanlarız ya emîra’l-mü’minin,” dediklerinde Hz. Ömer:

▬ “Hayır, siz yalan söylüyorsunuz. Sizler mütevekkil değil düpedüz müteekkil hazır yiyici﴿ kimselersiniz! Gerçek mütevekkil, tohumunu tarlaya atan ve ondan sonra Allah’a cc﴿, dayanan kimsedir.” buyurarak bu yanlış telakkiyi üslubunca düzeltir. Onlar:

▬ “Biz, mütevekkil kimseleriz!” diyerek tembelliklerini, kifâyetsizliklerini dinî bir kisveye bürüyüp kendilerini haklı göstermeye kalkışmışlar ama Hz. Ömer:

▬ “Siz, mütevekkil değil, “müteekkil” kimselersiniz. Zirâ mütevekkil, tarlasını imar edip tohumu saçan ve gerisini Allah’a cc﴿, havâle eden kimsedir. Allah’a cc﴿, tevekkül eden, tohumu toprağa atandır.” der ve bu olaydan sonra Hz. Ömer o kişileri şehirden kovar.

Başka bir rivâyette, çalışıp gayret etmeden işi tembelliğe vardıran, sonra da “Biz tevekkül ehliyiz” diyen kimseleri Hz. Ömer; “Siz Allah’a değil, başkalarının malına güvenen yiyicilersiniz. Hakîkî mütevekkil; toprağa tohumu attıktan sonra Allah’a güvenen insandır.” diye azarlamıştır.

İslâm âlimlerinin tevekkülle iman ve tevhid arasındaki ilişkiye dikkat çekmeleri önemlidir. Çünkü tevekkül, her şeyden önce kulun Allah’a olan derin inanç ve güveninin bir ifâdesidir. Doğru anlamıyla Allah’a tevekkül eden kul, bir işi başarmak için sahip olduğu imkân ve fırsatları Allah’ın bahşettiğine ve bunların kullanılması için yaratıldığına inanır; bu açıdan bakıldığında sebepleri ihmal etmenin onların mânasız yere yaratıldığı fikrini doğuracağını düşünür. Ayrıca insanın amelî hayatıyla ilgili pek çok âyet ve hadis bulunmakta olup tevekkülü bunların meydana getirdiği sistem bütünlüğünden kopararak sebeplere karşı ilgisizlik yönünde yorumlamak, bu temel kaynaklardaki amelî hayata dair buyrukların ve açıklamaların anlamsız olduğu sonucuna götürür. Şu hâlde tevekkülü, Allah’ın varlık ve olaylar dünyasında sebep-sonuç ilişkisi şeklinde kurduğu genel düzenle Kur’an’da ortaya koyduğu emirler sistemi çerçevesinde düşünmek gerekir. Tevekkül, bütün sebeplerin ve tedbirlerin üzerinde nihaî belirleyici irade ve gücün Allah’a ait olduğu yönündeki şuur ve inancın zorunlu bir sonucudur. Bu şuur ve inanç sayesinde kul, gerekli sebeplere ve tedbirlere başvurmasına rağmen sonucun umduğu şekilde çıkmaması halinde ilâhî takdirin öyle tecelli ettiğini bilerek kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçınır; iyimser ruh halini korumayı, moral çöküntüsünden kurtulmayı başarır. Kur’ân-ı Kerîm’de, oğlu Yûsuf’un kaybolmasından dolayı derin bir üzüntü hali yaşayan Hz. Ya‘kūb’un buna rağmen Allah’a tevekkülünü dile getirerek yüksek bir metanetle ümidini koruduğu anlatılır . Tecrübeler de inançlı ve mütevekkil insanların başarısızlıklar karşısında daha metanetli ve ümitli davrandığını göstermekte, bu tespit psikoloji ve pedagojide büyük önem taşımaktadır. (islamansiklopedisi/tevekkul)

Yazımızı Erzurumlunun gülümseten hikâyesiyle bitirelim:

Eğitimi sırasında “Yeryüzünde kımıldayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’ın üzerine olmasın.” meâlindeki Hûd Sûresinin 6. âyetini öğrenen Erzurumlu bir öğrenci, bunu öğrendikten sonra kapanır hücresine hiçbir şey yapmadan ilimle meşgul olarak rızkını, yemeğini bekler. Bir iki gün geçer ama gelen giden olmaz. Yemek vakitlerinde hücrelere çorba dağıtan kişiyi fark eder, ama o kişi de buna bir şey vermeden geçer gider. Ertesi gün iyice acıkmıştır Erzurumlu. Çorba dağıtan kişi oradan geçerken, bizim içerideki mütevekkil öksürür. Öksürüğü duyan ahçı içeri girer ona da bir tas çorba verir. Sonra bizim Erzurumlu mütevekkil ellerini kaldırıp der ki: “Ya Rabbi! Rızkımızı verisen verisen ama öksürtmeden de vermisen.” der.

Peygamber Efendimize (s.a.v) biri gelir, sorar: “Ya Resulallah, devemi salıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, bağlayıp da mı?” Peygamber Efendimiz buyururlar ki: “Deveni bağla ve Allah’a öyle tevekkül et!” Kimse kusura bakmasın ama bedevi gibi, deveyi kaptırırsak, bu tamamıyla bizim gafletimizdendir. Elbette, bütün işleri Yüce Allah’a havâle etmek güzeldir. Ancak, bütün tedbirleri aldıktan sonra bunu yapmamız gerekir…

Hz. Ali’ye atfedilen ve “Beni kimseye muhtaç eyleme!” diye duâ eden birine şöyle duâ et dediği söylenir; “İnsan insana muhtaçtır. Beni kimseye yük eyleme Allah’ım!”

Mevlânâ: “Tevekkül (insana) rehberdir, ama sebebe (sarılmak) da Peygamberin sünnetidir. Peygamber yüksek sesle “Tevekkülle berâber devenin ayağını bağla” buyurdu. “Kazanan Allah’ın sevgilisidir” işâretini dinle; tevekkülden dolayı “Teşebbüs hususunda tembel olma!” der.”

Selâm ve duâ ile…