“İnanmak teslimiyettir.” Bunun için yaşınızın kaç olduğu önemli ve mühimde değildir. Geçmişi silip atabilmek bir tek teslimiyete ve tövbeye bakar. Hiçbir şeye geç kalmış sayılmazsınız. İşte Hayber’deki siyâhi bir köle Yesar’ın hikâyeside böyledir.

Yesar, “Namaz kılmadan cennete giren sahabe diye tanınır.” Hayatınızın son hitâbı kulağınıza gelse nasıl bir ruh hâletiyle geçirirdiniz hayatı? İşte Hayber’deki siyâhi köle Yesar’a da benzer bir fısıltı gelmiştir belki de. 3,5 saatlik ibâdetsiz, namazsız Müslümanlığına cenneti sığdırmıştır. Hayber savaşında İslâm ordusuyla Hayber kalesindeki Yahudiler arasında mücadelenin iyiden iyiye kızıştığı anlar… Hayberli Yahudilerden birinin yanında çobanlık yapan bir siyâhî, savaşın zorlu anlarından birinde Allah Resulüyle karşılaşır. Efendimizi (s.a.v.) gören Yesar’in bütün benliğini o ana kadar hissetmediği farklı bir atmosfer kaplar. Vurulmuştur Efendimize Yesar. İnsanın gönlüne böylesine huzur bahşeden biri ancak “kutlu bir nebî” olabilir. Yesar, Efendimizi (s.a.v.) dinleyince “Allah’sız (cc), ve Peygambersiz” geçen kırk yılı için hüzünlenmeye başlar. “Bu beden Efendisini tanımadan, bilmeden kırk yıl yaşadı. Kalan ömrünü öylesine dolu yaşamalı ki kırk yılın karşılığı olsun.” Efendimize (s.a.v.):

▬ Ey Allah’ın Peygamberi bana İslâm’ı anlatır mısın?” der. Efendimiz, bizler için ilk akla geleceği üzere:

▬ Şimdi sırası mı? Git, uygun bir zamanda gel!” tarzında bir cevap vermez, oturur karşısına alır o siyâhî çobana İslâm’ı anlatır. Çoban orada Müslüman olur. Savaş bütün şiddetiyle devam etmektedir ve çoban henüz kavuştuğu îmanın heyecanıyla bir şeyler yapmak ister de:

▬ Ey Allah’ın Resulü! Ben şu, koyunların Hayberli sahibinin yanında çalışan bir işçiyim. Bu koyunlar bana emânet. Şimdi bunları ne yapayım?” diye sorar. Müslüman askerlerin günlerdir bir şey yemeden çarpıştığı bir savaşta olmalarına rağmen Efendimiz (s.a.v.):

▬ İslâm emânete ihânet etmemeyi emreder. Sürünün başına dön, koyunların yüzlerine hafifçe vurarak onları kaleye doğru yolla. Bugün Allah’ı cc﴿, Rasulünü ve cenneti kazanma günüdür. Yüce Allah seni isteğine kavuşturacaktır.” buyurur. Sürüyü kaleye sokan Yesar, vakit kaybetmeden mücâhitlerin arasına koşar ve savaşa katılır. Çok geçmeden Yahudilerin attığı bir taşla şehit olur. Savaş bittikten sonra diğer şehitlerle birlikte onunda cansız bedenini getirip sırtüstü yatırırlar. Efendimiz (s.a.v.) şehide bakar ve:

▬ O Allah’a, Allah’da cc﴿, Yesar’a verdiği sözü tuttu. Şu anda onun yanında iki melek var ve yüzünden toprakları siliyorlar!” buyurur. Ve 3,5 saat içinde başına cennet kuşu konan bu çoban, Müslüman olduktan sonra bir namaz vakti bile dolmadan şehitlik pâyesini elde etmiş ve cennete uçmuştur. Adının Yesar olduğu belirtilen bu şehit çobanın birkaç saatlik kutlu mâcerası daha sonraları sahâbeler arasında bilmeceye konu olur: “Bilin bakalım! Hiç namaz kılmadan cennete giden adam kimdir?”

İşte 3,5 saate sığdırılan hârika, gerçek bir imân ve teslimiyet hikâyesi. Bu nedenle Allah cc﴿, için yapılan amellerin karşılıklarının bire bin olduğu ifâde edilir. Ne dersiniz dostlar; “Bu son günümüz” niyetiyle geçirelim mi bu hayatı?

Bir Müslüman için en kıymetli değer ve nimet Allah’ın ona lütfettiği îmandır.

İşte îmanlı gönüllerin yâni bizim başarı ve kazanma anlayışımız budur…

Eğer geleceğe daha bir özgüvenle bakmak istiyorsak, bu ve bunun gibi kriterlerden oluşan bir anlayışı çocuklarımıza, gelecek nesillerimize mutlaka aktarmalıyız. Ayrıca gelecek nesillere altını kalın bir şekilde çizerek şunları da anlatmalıyız:

Bizler başarmaya mecbur değiliz. Mücâdele etmeye mecburuz. Bizleri başarı yüceltmez, çünkü o Allah’tandır. Başaramasak bile bizi gayretimiz yüceltecektir. Yâni “Sefer bizden, zafer Allah’tandır.”

Yetiştireceğimiz yeni nesillere bu değerleri aktaramazsak ne mi olur?

Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, çıkarcı, menfaati adına her türlü gayri meşrû teklifleri kabul eden, terfi edebilme uğruna yâni “başarılı” olduğunu, ispat edebilmek için her türlü ahlaksız özellikleri sergileyen bencil, benmerkezci, hazcı ve yararcı bir nesil yetişir.

Bu nedenle eşrefi mahlûk olan insan için, Allah’a yakın olmak ve O’na dayanmaktan daha güzel ve daha büyük destek yoktur. Kalbe ve ruha hitap etmeyen yöntemlerle psikolojik destek alarak şifâ bulunmaz. Kalplere, ruhlara şifâ olacak olan Allah’a teslimiyettir. Kur’ân’ı yaşamaktır, Kur’ân’la yaşamaktır.

Peygamber (s.a.v.) özellikle dar ve zor zamanlarda Kur’ân’ın emri olan sabrı ve Allah’a teslimiyeti ısrarla tavsiye eder. Zorlukları kolay kılan ve dünya hayatını güzelleştiren îmandır, inanmaktır, teslimiyettir. Gerçek huzur ve mutluluk, huzuruna döneceğimiz Allah’a tam bir hüsnü kalp ile teslim olmaktır. Îman ve teslimiyet insanın ebedî kurtuluşuna sebeptir.

Yâni, îman tevhîdi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saâdet-i dâreyni gerektirir.

Allah’ın yarattığı her şeyin güzel olduğunu düşünmek, “Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler” fikrini kalbe yerleştirmek gerekir.

Bu fikre sahip olan mü’mini, Allah katında değerli kılan da işte bu îmandır bu teslimiyetidir.

Selâm ve duâ ile…