• Yapacağımız her şeye hızlı başlayıp, yavaş bitiriyoruz.
  • Teorik düşünmeyi sevmiyor, pratik yaklaşımlarla işin kolayına kaçıyoruz.
  • Çabuk usanıp pes ediyor, kolay vazgeçiyoruz.
  • Oyunu, hayatı, yaşamı kurallarına göre oynamak yerine, kuralları kendimize göre uyarlamaya çalışıyoruz.
  • İş birliği yapılmasını istiyoruz ama iş birliğine açık değiliz.
  • Kendimiz başaramayınca başkalarının başarısını çekemiyor, hazmedemiyor, kabullenemiyor, hased ediyor ve takdir edemiyoruz.
  • Başarılara “ben” yaptım diye sahip çıkıyor, başarısızlıkları başkasına yüklüyoruz.
  • Araçlarla, amaçları birbirine karıştırıyoruz.
  • “Biz” yerine, “Ben”i ön plana çıkarıyoruz.
  • Bilgiyi saklıyor, paylaşmıyoruz.
  • Unvana, diplomaya, rütbeye çok aşırı önem veriyoruz.
  • Zamanımızı organize edemiyor, programlayamıyor ve organize olamıyoruz.
  • Hatalara direnç gösteriyoruz.
  • Çok duygusal bir toplumuz, fakat duygularımızı yönetemiyoruz.
  • Söylemiyor/söyleyemiyor, kendi kendimize söyleniyoruz.
  • Arkadan konuşmayı ve dedikodu yapmayı seviyoruz. Dedikoduya bayılıyoruz çünkü. Görmediğimiz, bilmediğimiz halde tanımadığımız biriyle ilgili haberleri başkasına anlatmaktan ve yorum yapmaktan kaçınmıyoruz. Tanıdıklarımızla ilgili de yapıyoruz. Tanıdığımız halde duyduklarımıza inanmak işimize geliyor.
  • İlke ve değerlerden bahsediyor bunlara önem vermeden, tutarsızlığı benimsiyoruz.
  • Neden ve niçinlerle sorgulayıcı değil, suçlayıcı davranıyoruz.
  • Birbirimizle çekişmeyi, itişip kakışmayı seviyoruz.
  • Çekingeniz. Araştırma yerine, “Adamlar yapmış!” demeyi çok seviyoruz.
  • İletişimden anladığımız, sadece konuşmak ve sesimizi yükselterek tartışmak.
  • Merkeziyetçi ve mevzuatçıyız.
  • Eleştirilmeyi istediğimizi söylüyoruz, eleştirilmeyi hiç sevmiyoruz, fakat biz başkalarına sık sık eleştiri yapıyoruz.
  • Kısa vadeli çözüm ve yaklaşımları tercih ediyor, fakat uzun vadeli sorunlar yaşıyoruz.
  • Yeniliğe karşı dirençliyiz. Değişimi sevmiyoruz.
  • Çalışmayı sevmiyor, çalışmadan başarılı olmanın yollarını arıyoruz.
  • Sınav ve okul başarısını, hayat başarısıyla özdeşleştiriyoruz.
  • Öğrenmeyi, okulla sınırlı görüyoruz.
  • Diplomaları, “herşey!” olarak görüyoruz.
  • Ahlakı, ahlaklı olmayı çok önemsiyor görünüyoruz ama ne yazık ki toplum olarak ahlaklı bir toplum/birey olmuyor ve olamıyoruz.
  • Aileyi, aile kurmayı, aile değerlerini çok önemsiyor görünüyoruz ama ne yazık ki aile birliğimiz zayıf, aile içinde dayanışma, aile üyeleri arasında sevgi, saygı ve muhabbet hiç yok.
  • Başarılı olmuş bir kişinin başarısının ardında mutlaka olumsuz birtakım nedenler arıyor ve onun gerçekten çalışarak, hak ederek o noktaya geldiğine inanmak istemiyoruz. İyi düşünce yerine kötü düşünce üretiyoruz yâni. Ve bu düşüncelerimiz o kişinin zarar görmesine neden olabiliyor. Hatta hayatına bile mal olabiliyor. Bundan zerre kadar da rahatsızlık duymuyoruz!

Bütün bunlara baktığımızda kendi kendimize; “Sâhi; Biz nasıl bir toplumuz?” demeden geçemiyor insan.

Hz. Dâvûd’a atfedilen; “Başarı, kişinin beyninin büyüklüğüyle değil, düşüncelerinin büyüklüğüyle belirlenir.” sözü başarmanın yolunun, başarmaya inanmaktan geçtiğini anlatması bakımından dikkat çekicidir. Çünkü; Kişi kendi hayal ve düşüncelerinin ürünüdür. İnsanların büyük çoğunluğu mutluluklarını bir başkasının eline bilerek koymaya çalışır. Bu düşünce tarzlı mutluluk arayışı insanın olgun olmadığını gösterir. Olgun insan, mutluluğun temelinin kendi içinde olduğunu bilen kimsedir. Nisâ Sûresinin 32. âyetinde Cenâb-ı Allah: “Allah’ın bir kısmınıza diğerlerinden daha fazla verdiği, dolayısıyla başkalarında bulunup sizde olmayan şeylere göz dikip imrenmeyin. Erkeklere çalışıp kazandıklarından bir pay olduğu gibi, kadınlara da çalışıp kazandıklarından bir pay vardır. O halde çalışın da, daha hayırlı şeyleri Allah’ın lütfundan isteyin. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir.” Buyurmak suretiyle mutluluğun, başarmanın başkalarında değil kendimizde olduğunu bizlere haber vermektedir. Başarmanın veya başarılı olmanın aslı hiç düşmemek değil, düştüğünde yeniden ayağa kalkmasını bilmektedir.

Eğer hayat boyu başarılı olmak istiyorsanız, her şeyden önce kendi kendinize dert icad etmek hastalığından kurtulmaya çalışmak zorundayız. Yazdıklarımızı yukarıdaki âyet-i kerîme ile birlikte değerlendirdiğimizde Hacı Bektâş-ı Velî’nin:

“Harâret nardadır, sacda değildir.

Mahâret baştadır, tacda değildir.

Her ne arar isen kendinde ara,

Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir.” dediği gibi her ne arar isek kendimizde aramalıyız…

Selâm ve duâ ile…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Muharrem 2 yıl önce

Diline kalemine sağlık hocam