Âdil bir hükümdâr olan Nûşirevân, av peşinde iken bir köy evinin kapısının önünde durur ve içmek için su ister. Evden bir kız çocuğu çıkar. Kendisini gördüğünde eve süratle geri döner ve bir şeker kamışı parçasını sıkıp suya karıştırır bir bardakla onu hükümdâra sunar. Hükümdâr bardağa bakar ki içinde toprak ve toz vardır. Yavaş yavaş suyu içer sonuna geldiğinde küçük kıza:

▬ Güzel ve tatlı su. İçinde toz toprak bulunmasaydı daha güzel olurdu!” der. Kız çocuğu:

▬ Sultanım! Ona toz ve toprağı ben bilerek ve kasten bıraktım.” der. Hükümdâr:

▬ Niçin böyle yaptın?” diye sorunca çocuk:

▬ Sizi çok susamış gördüğümden suyu birden içersin de size zarar verir diye korktum!” der. Nûşirevân kızın zekâ ve anlayışına taaccüp ederek:

▬ Peki, suya kaç şeker kamışı sıktın?” diye sorar. Çocuk:

▬ Bir tane sıktım.” diye cevap verir. Nûşirevân, buna da çok taaccüp eder. Sonra saraya döndüğünde o beldenin vergi kayıtlarını ister. Kontrol sonucu vergisinin az olduğunu görür. Kendi kendine oranın vergisinin artırılması gerektiğine karar verir. Bir müddet sonra aynı yere bu kez yalnız gider. Aynı kapının önünde durup içmek için yine su ister. Kapıyı yine aynı kız çocuğu açar. Kendisini tanır ve süratle ona su getirmek için eve girer ama bu sefer suyu getirmekte geç kalır. Hükümdârın yanına çıktığı vakit kendisine:   

▬ Geç kaldın?” der. Çocuk:

▬ Sizin ihtiyacınız bir kamış parçasından çıkmadı. Üç kamış parçasını sıkmak zorunda kaldım!” diye cevap verir.

▬ Bunun sebebi nedir?” diyen hükümdâra çocuk:

▬ Sultanın niyetinin bozulmasıdır. Biz işitmişiz ki sultanın kavmi üzerindeki niyeti değiştiği zaman mahsullerinin bereketi gider ve hayırları azalır.” Bunu işiten Nûşirevân güler ve içinden geçirdiği vergiye zam yapma hususundaki kararından vazgeçer.

Amellerin ruhu ihlas ve samîmiyette gizlidir. Niyet ise kulun hangi kasıt ve irâdeyle o ameli işlediğini ifâde eder. Allah, ameline niyetindeki ihlasa ve samimiyete göre değer verir. Ameliyle Rabbine kulluğa niyet ettiyse amelin azlığına ve çokluğuna bakmaz Yüce Yaradan. Çünkü Rabbimiz dîni sadece O’na has kılarak kulluk etmemizi emrediyor . Niyetin mahalli kalptir. Hz. Peygamberin şu hadîsi hâlis niyetin, amelin özü ve ruhu olduğunun remzi değil de nedir! “Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza değil kalplerinize ve hâlinize bakar.” buyururken kastettiği mânâ tam da budur. Kişi önce kalbiyle niyet eder sonra o ameli işler. Bu niyet Rabbimizce mâlumdur. Çünkü o kalplerin en derinlerinde saklı olan niyetlerimizi dâhi bilir. Ondan gizli hiçbir şey yoktur. O gizlinin gizlisini dâhi bilendir . Gazâli tüm ibâdetlerde kalbe itibar edildiğini, kalpte her neye eğilim ve irâde doğarsa bedenin de ona muvâfakat gösterdiğini ve böylece o sıfatın kalpte sağlamlaştığını söyler. Meselâ kalpte tevâzu meydana gelse başı yere koymakla kalpteki tevâzu kuvvetlenir. Bütün ibâdetlerin niyeti iyilik istemektir. Yâni dünyadan yüz çevirip âhirete yüz tutmaktır. Bu niyetle amel etmek de istek ve irâdeyi kuvvetlendirir.

Cenâb-ı Allah bizden amelimizde sâdık ve ihlaslı olmamızı istemektedir. İhlas, sadece Rabbimizin rızâsına tâlip olmaktır. İhlasın zıddı olan riyâ ise insanları memnun etme niyetini içinde barındırır. Kul dikkatli ve uyanık bir şekilde kendisini murâkabe ettiğinde niyetleri bulandıran riyâ tehlikesini görebilir. Sevgili Peygamberimizin gizli şirk olarak tarif ettiği riyâ, amelin Allah’ın rızâsını kazanmak için değil insanların beğenisini, takdirini kazanmak için yapılmasıdır. Kişi öncelikle kalbinde neden bu işi yaptığını yoklarsa riyâ tehlikesinden kendisini koruyabilir. Amelin ihlaslı olması bu sorgulamaya bağlıdır.  Çünkü Allah, sadece samîmi bir şekilde ve kendi rızâsı gözetilerek yapılan amelleri kabul eder.

İhlas Hakk Teâlâ ile kulu arasındaki bir sırdır. Bu sırra ermek kalbin Cenâb-ı Hakk dışındaki her türlü sevgi ve arzudan arındırılıp hâlis hâle getirilmesiyle olur. Kalp temizlenip arındırıldığında niyetler de saflaşır. O zaman kulun her ameli Rabbi için olur. Niyeti saflaşır, amelleri güzelleşir. Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için söyler, Allah için işler, Allah için yaşar vesselam!

Selâm ve duâ ile…