Günlük hayatımız da sıklıkla kullandığımız ve dilimize pelesenk olmuş deyimlerimiz, hikâyelerimiz vardır. Ve her deyimin bir söyleniş, ortaya çıkış hikâyesi vardır.

Bu günkü köşe yazımda; “Kabak tadı vermek” ve “Tadını kaçırmak”

Hikâyelerini anlatacağım ve yorumu siz değerli okuyucularıma bırakacağım.

Sözlük “ Kabak tadı vermek” deyiminin anlamını şöyle açıklıyor:

“Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak, aşırı tekrarlanması, sürdürülmesi yüzünden bir şeyden doygunluk, yorgunluk veya bıkkınlık duyarak onu istemez duruma gelmek”.

Bu deyimde de anlatıldığı gibi, çenesi düşük olmamak, aynı konuları tekrarlayıp başkalarını bıktırmamak lazım! Söylenecek sözü, yapacak işi olmayanlar kabak tadı verirler. Aynı şeyleri sık sık söyleyip birilerini bıktırırlar, usandırırlar, sabrını tüketirler.

Peki, bu deyim nasıl ortaya çıkmış? Şöyle bir göz atalım, birlikte okuyalım.

Bekri Mustafa, bir gün Ahmet Ağa ismindeki bir arkadaşının evine misafirliğe gitmiş. Ev sahibi, cimri mi cimriymiş. Bekri'ye arkadaşı her gün kabaktan yapılmış yemekler ikram etmiş. Sabrı tükenen Bekri Mustafa, “Bu iş kabak tadı verdi.” diyerek bir akşam arkadaşının evinin yanında bulunan bir camiye gitmiş, minareye çıkarak şunları söylemiş:

Ahmet derler var bir kişi

Hayra yorar yoktur işi

Sabah akşam kabak aşı

Yenir mi ya Resul Allah!

Bir şeyin, bir davranışın ölçüsünü, kaçırmamak gerekir.

Ölçü kaçınca huzur bozulur, kırgınlıklar oluşur. Her şeyi tadında bırakmak gerekir.

Yani ölçüyü kaçırmamak lazım… Ölçüsü kaçtı mı, en güzel şeyler bile bıktırır insanı.

Yemede ölçü, konuşmada ölçü, harcamada ölçü ve uykuda ölçü!

Yemekte ölçüyü kaçırmak sağlıksızlık işaretidir.

Konuşmada ölçüyü kaçırmak insanları birbirinden uzaklaştırır.

Harcamada ölçüyü kaçırmak insanı borçlu kılar, başkalarına muhtaç eder.

Davranışta ölçüyü kaçıran insanlar komikleşir ve nihayet uykuda ölçüyü kaçırmak insanı tembelleştirir. İnsanlar farklı farklı yaratılmıştır. Çevremizde neşeli, sessiz, sert, inatçı ve çeşit çeşit insanlar vardır. Ama en güzeli nedir biliyor musunuz? İnsanlara sıcak ve samimi yaklaşmak, sevmek, olumlu düşünüp olumlu davranmaktır. Hayat kısa, güzel şeyler yapmak lazım. Yapılan bir şakayı abartmak suretiyle şaka yapılan şâhısı rencide etmemek lazım. Bu durum genellikle uzun bir sessizlik ve akabinde gelen bir tokat sesiyle sonlanır. Yapılabilecek en güzel şey, daha fazla uzatmadan özür dilemektir. Zevkle sohbet edip geyik yaparken, bir ara birisi isin tadını kaçırır ve sohbet edenlerin gülümsemeleri suratlarında donar. tadını kaçıran kişiye karsı antipati doğar bir anda ortam gerilir. Ve işin tadı kaçarsa, suratınız pancar gibi kızarır ona da dikkat edin.

Gelelim “Tadını Kaçırmak” deyimimize.

Yaşlı amca bir işinden dolayı kazaya inmiş, işini halletmiş ve köye dönmek için minibüsün kalkış saatini beklerken manavda değişik bir meyve görmüş.

Merak edip bir kilo almış. Tadı çok hoşuna gidince de hepsini afiyetle yemiş…

Gel zaman git zaman köylü amcamızın yine bir işi çıkmış. Tekrar kazaya inmiş, işini halledip köyün minibüsünü beklerken, o meyve aklına düşmüş; doğru manava gitmiş. Tezgâha bir göz atmış, fakat geçen sefer yediği o tatlı meyveyi görememiş. Manava “geçen geldiğimde bir meyve yedim, çok da beğenmiştim, onu göremiyorum?” diye sormuş. Manav, “nasıl bir meyveydi?” deyince yaşlı amca tarif etmiş:

“Şöyle koyu lacivert mor arası, siyaha çalan bir rengi vardı. Ucu da birazcık uzundu. İçinde bir sürü ince ince çekirdeği vardı.”

Manav anlamış mı, yoksa muziplik için mi bilemem ama “tamam” demiş ve bir kilo patlıcanı tartıp vermiş amcamızın eline…

Yaşlı amca bir kenara oturup, büyük bir iştahla birini almış, “böyle değildi sanki…” demiş içinden ama daha fazla dayanamayıp ısırmış…

Ağzı, yüzü buruşmuş tabi… Bir ümitle diğerine el atmış… Ama hepsi acı çıkmış.

O sırada manav karşıdan seslenmiş: “Aradığın bu muydu amca?”

Yaşlı amca, manava anlatırken yüzündeki masum edayla, “Hayır evlat hayır,” demiş, “sen onu hem çok uzattın, hem de tadını kaçırdın.

Farkında olmadan bir yerlerde ölçüyü, dozu kaçırıyor olabilir miyiz acaba? Yaşadıklarımız, yaşattıklarımız, alışkanlıklarımız, yerinde, zamanında ve dozunda olursa güzel olur. Biraz empati, biraz sempati lazım. Abartmamak, yeter artık demek lazım.

O kadar çok kabak tadı veren var ki;

“Kabak tadı vermek” yâda “Tadını kaçırmak” kimseye katma değer sağlamaz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Mevlüt Yaman 1 yıl önce

Diline sağlık.

Avatar
Ali Kilinc 1 yıl önce

Diline kalemine sağlık Bekir Kardeşim çok güzel bir konuya değinmiş be çokta güzel izah etmişsin

Avatar
Yemliha Gürlek 1 yıl önce

Bu şiiri bir köye imam duran hoca minareden sela yerine okumuş.Çünkü davette her gün kabak yedirmişler.
.. kalemine yüreğine sağlık.