Ehl-i irfandan biri, öğrencisi ile gezerken tarla başında ağaçların altında eski bir ayakkabı görür. Belli ki civarda çalışan birisinin ayakkabısıdır. Öğrenci:

Hocam! Bu ayakkabıları saklasak da sahibi geldiğinde ayakkabılarını bulamayınca, o anki hâlini seyretsek, ne dersiniz?” der. Hoca:

▬ Evlâdım! Sevincimizi başkalarının üzüntüsü üzerine kurmak doğru değildir. Gel şöyle yapalım; sen zengin bir âilenin çocuğusun, bu ayakkabının içerisine bir miktar para bırak, sahibi gelip bunu gördüğü zamanki sevincini seyredelim!” der. Öğrenci teklifi güzel bulur ve adamın ayakkabılarının içerisine bir miktar para bırakır. Görünmeyecek şekilde de bir ağacın arkasına saklanırlar. Bir müddet sonra, ayakkabının sahibi gelir. Elbiselerini değiştirir, ayakkabısını giyerken ayağına bir şeyler takılır ve içine baktığında para olduğunu görür. Bir müddet etrâfına gözetir; hiç kimseyi göremeyince dizleri üzerine oturur, ellerini açıp:

Ya Rabbi, eşimin hasta, çocuklarımın aç olduğu Sence mâlumdu, verdiğin bu nimet için Sana sonsuz şükürler olsun.” der ve gözyaşlarına boğulur. Uzun müddet ağlar. Manzarayı seyreden Hoca ile öğrencisi de göz yaşlarını tutamazlar… Sonra Hoca öğrencisine döner ve:

▬ Evlâdım! Bu ilk tekliften daha güzel olmadı mı; şu an daha mutlu değil misin?” der. Öğrenci:

Evet Hocam, şimdi çok daha sevinçliyim. Çünkü, daha evvel anlamadığım şu cümlenin manasını da anladım. “Verdiğin zaman, aldığın zamandan daha mutlu oluyorsun!” dediğinde Hocası:

Evlâdım! Güçlü ve haklı olduğunda affetmek: Vermektir.”

“Yokluğunda kardeşine duâ etmek: Vermektir.”

“Haklı iken özür dileyebilmek: Vermektir.”

“Başkasının ırzına, namusuna kem gözle bakmamak: Vermektir.”

“İnsanların gönüllerine sevinç ekmek, ümitlendirmek: Vermektir...”

Bu nedenle; Varlığımızı başkasının yokluğu üzerine inşâ etmemek,

Mutluluğumuzu başkasının mutsuzluğu üzerine inşâ etmemek,

Aksine;

Sevincimizi başkalarının sevinciyle bütünleştirmek,

Varlığımızı başkalarının varlığıyla bütünleştirmek, mutluluğumuzu başkalarının mutluluğuyla bütünleştirmek esas olmalıdır.

Geleceği inşâ ederken, insan merkezli bir yaklaşımla, hilkatten kaynaklanan insan kardeşliğini ve inançtan kaynaklanan îman kardeşliğini esas alan bir perspektifle hareket etmek durumundayız.

“Allah’a güvenen, îman eden ve o îmana uyumlu bir hayat yaşayan, ıslah edici iyilikler yapan mü’minlere, O sonsuz rahmet kaynağı Rahmân, onlar için tarifsiz bir sevgi var edecek ve onları birbirine sevdirecektir.” buyurmaktadır rabbimiz. Allah’tan bu sevginin alınabilmesi, sebepler ve eylemler âlemine bağlıdır. Hak etmeden verilmeyen bir sevgidir bu...

Hak etmek için, bu sevinci yaşamanın şartı; Yaşatmaktır. Bugün Afrika’da, Arakan’da, Filistin’de, Yemen’de Suriye’de vs. insanlar, çocuklar ve kadınlar yaşamıyor; ölmemeye çabalıyorlar!

Onlar için, açlık, yokluk, susuzluk bir yanda, öbür yanda ise her an ölümle burun buruna her tür tehdit ve tehlike karşısında hayat mücâdelesi verirken bizlerin onların yaşamasına yardım etmememiz, hayatlarına dokunmamamız, bizim yaşadığımız anlamına gelmesin lütfen!

Hz. Ömer; “Hayatım boyunca sabahtan akşama oruç tutsam, akşamdan sabaha namaz kılsam da bir mazluma taraf olmasam, bir acı doyurmasam, VALLÂHİ YAKAMI KURTARAMAM! der. Afrikalı çocuğa: “Müslüman mısın? Hristiyan mısın? BEN AÇIM AÇ!” der. Âdeta Hz. Ömer’in 15 asır önceki duyarlılık çığlığını bugünümüze, bizlere bağışlamıştır. O, o çığlığı ile âdeta bizlere: “Açın dini-imanı sorulmaz! Aç insana din telkin edilmez!” dersi verir.

Zor ve kor zamanda tüm elem, keder, ümitsizlik ve hayal kırıklığı içinde kıvranan îman kardeşlerimize ümit ve umut olabiliriz. Sahip olduğumuz îman, sınırsız imkânlar içermektedir... Yeter ki sorumluluk ve duyarlılığımızı bu günümüze, hayatımıza aktive edelim.

Allah’ın rızâsı, kullarının rızâsında gizlidir... Allah, tasarrufunu has kulları eliyle icrâ eyler.

Yâ Rab! Bizleri yeryüzünde kolun, katında kulun eyle!

Yüce Yaratıcımız, “Biz insanı çok keremli (şerefli ve değerli) yarattık.” “Onu en güzel kıvam ve kabiliyette donattığını haber verir.” buyurur.

İnsan iki yönlü bir varlıktır. Bir yönü toprağa, bir yönü melekût âlemine âittir. Maddî yönü beden, mânevî yönü ruhtur. Buna insanın zâhiri ve bâtını da denir. İnsanın zâhirî kısmı toprak, hava, su ve ateş unsurlarının terkibiyle oluşmuştur. Bedenin et, kemik, ilik, sinir, kan ve diğer dokuları bu kısma dâhildir. İnsanın manevî ve bâtınî yönü ise melekût âlemine âit latif cevherlerden oluşur; ruh, kalp, akıl, sır ve diğer latifeler bu kısma dâhildir.

Bu nedenle her insan, derdi kadar değerli, hedefi kadar şereflidir.

Hadis-i şerifte geçtiği gibi, “Derdi dünya olanın hâsılası, mideden çıkandır.”  Efendimiz (s.a.v.) şöyle uyarıyor: “Mü’minlerin dertleriyle dertlenmeyen kimse onlardan değildir.” Öyle dertler vardır ki insanın pek çok derdine derman olur. Bunun için Niyâzî Mısrî der ki:

“Derman arardım derdime;

Derdim bana dermân imiş.

Bûrhan arardım aslıma,

Aslım bana bûrhan imiş.”

Mevlâna: “Eğer bir gün büyük bir derdin olursa, Rabbine dönüp ‘büyük bir derdim var’ deme. Derdine dönüp ‘büyük bir Rabbim var’ de.” der. Bir derdin, sıkıntın varsa Âlemlerin Rabbi’ne aç. Çünkü O ne anlatırsan seni dinler, “Yine mi sen?” demez. İnsanlar senin kalbini kırmışsa üzülme! Rahmân; “Ben kalbi kırıkların yanındayım” buyurmadı mı? O halde ne diye üzülürsün?

“Derdim var!” diyorsun. Sanma ki dert sadece sende var! Sendeki derdi nimet sayanlar da var. İstediğin bir şey olursa bir hayır, olmazsa bin hayır ara. Derdin ne olursa olsun korkma. Yeter ki umudun Allah olsun. Herkes bir şeye güvenirken senin güvencen Yüce Mevlâ olsun. Derdin ne olursa olsun, bir abdest al, seccadeni ser, odanın bir köşesine otur ve ağla, dilersen hiç konuşma. O seni ve dertlerini senden daha iyi biliyor, unutma. Duâ ederken ona kırık bir gönülle el kaldır. Allah’ın merhamet ve ihsanı gönlü kırık kişiyedir.

BU NEDENLE UNUTMAYIN!: “Sevinçlerimizi başkalarının üzüntüsü üzerine değil, sevinci üzerine kurun…” Vesselam…

Selâm ve duâ ile…