Her canlının, varlığının devamını sürdürebilmesi için kendi çapında çalışmaya ihtiyacı vardır. Kâinatta her canlı rızkını aramak için belli bir çalışma ve gayret içerisinde olup, karıncalar, onlar insanlara bu konuda örnek olmalıdır, insanoğlu sosyal bir varlık olduğu için cemiyet içerisinde yaşamaya mecburdur, ihtiyaçları sınırsız derece de çok olduğundan hayat yükünü tek başına taşıması imkânsızdır, insanın bu dünyada soylu ve onurlu bir hayat yaşaması, âhiret hayatını kazanabilmesi çalışmaya bağlıdır. Çalışma eylemi, insanın ömrü boyunca sağlık ve sıhhati müsâit olduğu sürece devam etmelidir.

Çalışan her zaman kazanır. Çalışan haksızlığa uğrasa da mutlaka bir şekilde haklılığı ortaya çıkar. Çalışmak sadece para kazanmak, mal mülk edinmek değildir. Bir şevktir, istektir, gayrettir, imar etmek, düzeltmek, hayatı düzene sokmaktır. Başkalarına yardım etmektir.

Padişahlardan biri; çok çalışkan, çok faal baş vezirini, hakkında çokça yayılan dedikodular yüzünden azleder. Emeklerine karşılık olarak da emir verir ve:

▬ Ülke için çok hayırlı işler yapmışlığın vardır. Şöyle güzel, toprağı bereketli ve kalkınmış bir köy beğen; orayı sana vereyim. Ailenle, akrabalarınla berâber orada yaşarsın.” der, vezir:

▬ Hünkârım, kerem buyurdunuz, lütfettiniz!... Ancak izniniz olursa ben kalkınmış bir köy değil, vîrâne bir köy isterim. Orada hem oturayım hem de orayı îmar edip düzenini kurayım.” diye ricada bulunur... Padişah vezirin isteğini kabul eder ve adamlarına, eski baş vezirin oturması için vîrâne bir köy bulunmasını emreder. Hükümdarın adamları ülkeyi en ücra yerlerine kadar dolaşırlar fakat baş vezirin istediği gibi îmâra muhtaç bir yer bulamazlar. Gelip hükümdara haber verirler. Padişah eski baş vezirini huzura çağırtır ve:

▬ Ülkede istediğin gibi vîrâne bir yer yokmuş. Ne yapacağız şimdi?” der. Eski baş vezir:

▬ Efendim, ben ülkenizde vîrâne bir yer olmadığını zâten biliyordum. Çünkü; ben uyku ve istirahatimi terk etmek, gecemi gündüzüme katmak pahasına ülkenin her yanını bizzat imar ettirdim. Amacım bunu sizin de öğrenmenizdi. Ayrıca uyarmak istedim ki; benim yerime atayacağınız baş vezir, ülkenizin bugünkü durumunu daha ileriye götürmese bile geriletmesin.” Eski baş vezirin açıklamasından sonra büyük bir hata yaptığını anlayan padişah; azlettiği baş veziri tekrar eski vazifesine iâde eder.

            Kim kendini güçlü kılmazsa, her zaman yenilmeye mahkumdur. Merhum Âkif ne güzel söylemiş değil mi?

            “Kuzum, ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?

Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.”

            Toplumda başka bir anlayış vardır, “Paran var, malın mülkün var, neden çalışıyorsun?” diye söylenir. Bu soru yaratılışa aykırı, insanları tembelliğe teşvik eden bir söylemdir. Çalışmanın zenginlikle fakirlikle bir alakası yoktur. Ne kadar zengin olursak olalım çalışmayı bırakmamalıyız. Ruhen daha zinde ve yaşama bağlı bir insan, çalışmayı asla bırakmaz bırakamaz.

Medeniyetin esâsı çalışmaktır. Kültür ve medeniyetler çalışılarak elde edilir. İslam dini çalışmanın zıttı olan tembellik ve atâletin en büyük düşmanıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v.); “Sizden birinizin urganı alıp (dağa giderek) bir bağ odun getirip satması ve böylece Allâh’ın onun îtibarını koruması, bir şey verip vermeyecekleri belli olmayan kimselerden dilenmesinden daha hayırlıdır.” Demek suretiyle bizleri çalışmaya ve üretmeye yönlendirmektedir.

 “Çalış, tembel olma! Zira çalışmak Rahmân’dan, tembellik de şeytandandır.”

Günümüzde birçok insan; çalışmadan, emek sarf etmeden para kazanmanın yollarını aramakta veya çalışmada gözü olmayıp tembelliği tercih etmekte, hattâ bazen harama düşerek şans oyunları, kumar, vs. yoluyla kolayca para elde etmenin peşine düşmektedir. Bu şekilde zavallı bir duruma düşen insanoğlu hem mürûetini zedelemekte hem de başkasına muhtaç bir hayat yaşamak durumunda kalmaktadır.

Hâlbuki yüce dînimiz İslâm’da çalışmak ve üretmek, tergîb ve teşvik edilerek methedilmiş; tembellik ve dilencilik ise terhîb edilerek zemmedilmiştir.

Çalışma hayatında hasbelkader kimi âmir, kimi memur olmuştur. Kimi de işveren, kimi işçi olmuştur. Bu bakımdan çalışmanın küçüğü büyüğü, ehemmiyetli olanı olmayanı olmaz. İş iştir ve Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı istikametinde olduktan sonra hepsi mübârektir.

Çünkü çalışmak, insana izzet verir; tembellik ise zillet verir, kişide insanların huzûruna çıkacak yüz bırakmaz. Nitekim bir hadîs-i şerifte; “(Çalışmakta gözü olmayıp) insanlardan dilenip duran kişi, sonunda kıyâmet gününde (Allâh’ın huzûruna) yüzünde bir parça bile et kalmamış vaziyette gelir.”

Çalışmak; insanı diri, zinde ve dinamik tutar.

            Çalışmak ise sağlığı yerinde olan insanlar için hayatın önemli bir parçasıdır. Niçin çalışmak? Sorusuna cevap oldukça önemlidir. “Kazanmak için” diye bir cevap geliyorsa, hayatın çalışma kurallarına uymaz. “İnsan olduğum için çalışmalıyım, kazanmaktan çok boş gezmemek, zamanı boşa harcamamak için çalışmalıyım.” diyebilmeli insan.

            Unutmayın! İnancınız eyleme dönük olsun, durağan değil…

            Hani derler ya; “Umudunu kaybedenin, kaybedecek bir şeyi kalmamıştır.”

Zira; “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.”

Müslüman; çalışma hayatında dürüstlük, adâlet, hakkâniyet gibi fazîletleri hayata geçirmeli, bu meşguliyeti esnasında kulluk vazifesini de ihmal etmemelidir. Ve hayatı boyunca şu âyet-i kerîmenin fehvâsınca hareket etmelidir: “Onlar ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allâh’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, gözlerin ve gönüllerin dehşetle sarsılacağı bir günden korkarlar.”

Rabbimiz, rızâsına muvâfık hayırlı işlerde çalışmayı ve insanlığa faydası dokunan şeyleri üretmeyi cümlemize nasip ve müyesser eylesin!

Umut ve hayat dolu bir ömür geçirmeniz dileğiyle…

Selâm ve duâ ile…