Yolcu olmayan varlık yoktur âlemde. Hatta yolun kendisi bile yolcudur. İnsan ise âlemin en seçkin yolcusudur. İnsan bilir ya da bilmez, inanmak ister ya da istemez tüm varlıklar insâni hizmete mahsus olarak yolculuk eder. Güneşin, ayın ve yıldızların parlaması, rüzgârın esmesi, yağmurun inmesi, ağaçların meyve vermesi hepsi insan içindir. Bitkiler onun için yeşerir, hayvanlar onun için yaşar. Dünya insan için ayakta durur. Cennet ve cehennem bile insan içindir. Her varlık özündeki ilâhi sevk ile hareket ederken nihâi gâyelerinin insana âmade kılınması insan için büyük bir şereftir. Bu, “Her şeyi yoktan yaratan, yarattıklarına şekil veren ve her şeye en ince ayrıntısına kadar ölçü koyan sonra da onlara yollarını gösteren Allah’ın sanatıdır.” [A’lâ Süresi, 1-3] Allah ise tüm varlıklardan müstağni tek varlıktır. O, bütün varlığın yolunu insanın yoluyla buluşturandır. Bu sebeple insan kendisi için yaratılmış varlıkların çoğundan cismen küçük olsa da yolunu tercih etme özgürlüğüne sahip olması onu tüm varlıklardan üstün kılar. Onun yolculuğunun ödül ve cezâyı gerektirmesi de irâdesi ile tercih ettiklerinde gizlidir. İşte bundan dolayı insan âlemin ve âhiretin en kutsal yolcusudur. Böylesi bir yolcu da yolunu Allah’a âit kılmalıdır.

Yolcu olan insan anlamını ve değerini üzerinde bulunduğu yoldan alır. Yol vardır insanı cennetine götürür yol vardır ateşe sürükler. Yol vardır adı hidâyet yol vardır adı dalâlettir. Nitekim Allah “biz insana yolu gösterdik dileyen şükretsin dileyen ise inkâr etsin.” [İnsan Süresi, 32] buyurarak kader denilen yolun çizilen değil seçilen yol olduğunu belirtmiştir. Şükür yolunu tercih etmiş mü’min kullarından da dosdoğru yolunda sebat etmeleri için günde kırk kere duâ ile kendisine sığınmalarını istemiş, nimet verdiklerinin yolunu takip ederek de yolda iz bırakanlardan olmalarını emretmiştir. Çünkü yolda olmak kadar yolda kalmak, muttaki olmak kadar muttaki kalmak da önemlidir. Kısacası Allah’ın yolunda olmak hayatta olmak, onun yolunu kaybetmek hayatı kaybetmektir.

Allah insana sadece yolu da göstermemiştir. Yolda yürürken yoldan çıkartacak olanın ayak seslerini bile hissedecek akıl gibi bir meleke(güç), vicdan gibi bir hassa, kitap gibi bir nimet, peygamber gibi bir önder, kâinat gibi bir âyet bahşetmiştir. Şâyet insan bunlara dikkat kesilirse doğru yolu gösteren ışığı ve hakîkate çağıran bir sesi muhakkak duyar. Çünkü en iyi yolu tercih etmek en kötülerini seçmekten dâima kolaydır. Yeter ki insan yüzünü ışığa dönsün ve öze çağıran sese kulak versin. Bu sebeple Allah’ın insanı dâvet ettiği yol en sağlam yoldur. Üzerinde yürümekle huzur bulunan, eskimeyen ve asla yenisi de olmayacak tek yoldur. Ayrıca o insanı yürüyemeyeceği bir yolun yolcusu da yapmamıştır. İnsanı dünyada ve âhirette menzile ulaştıracak yoluna hidâyet, bu yolun dışındakilere de dalâlet demiştir. Hidâyeti ışığa dalâleti karanlığa benzetmiş ve insandan ışığı takip etmesini istemiştir. Ancak ışığı takip edenler kaynağa ulaşır, nereye gideceğini bilir, gittiği yerde de emin olur. Özetle Allah insana sıratı göstermiştir. Gemiyi limana ulaştırmak da kayalara vurup parçalamak da insanın elindedir. İnsan rüzgâra yön veremez ama gemisinin yönünü her zaman değiştirebilir. Gemisine kaptanlık yapamayan vardığı limana şaşmamalı ve şikâyet de etmemelidir.

Yol gibi insanlar da ikiye ayrılır. Sıddıklar ve Sâlihler bir tarafta kâzipler ve fâsitler diğer tarafta. Bir yanda ışığı takip edenler diğer yanda karanlık içinde olduğunu bile bilmeyenler. Bir tarafta hidayetin yolunu takip ederek sevgisi ve merhameti ile tek başlarına olsalar da yola ışık tutanlar, diğer yanda kalabalık da olsalar karanlıklar içinde olup nefreti ve zulmü ile yolu ve yolcuları karanlığa boğanlar. Birileri övgüyle diğerleri yergi ile anıldı. Kimler bu yollardan geçmedi ki. İnsana düşen bu iki guruptan hayırda yarışanların yolunu takip etmektir. Dolayısıyla insan için yol kadar yoldaş da önemlidir. Fakat bundan daha önemlisi yolun başında da sonunda da yegâne refikin hakikatte sadece Allah olduğunu bilerek yolu yürümektir. Yolu her an gitmeye hazır bir misâfir gibi adımlamış Peygamberimiz, berâber yürüdüğü ashabına yolun sonunda “Refîk-i Âlâya gidiyorum.” diyerek cevap vermiştir. Nereden geldiğini ve nasıl yaşadığını bilen için gideceği yer sadece kavuşmayı ümit ettiği en yüce dost olur. Onun için insan kimlerin izini takip ettiğine, kimleri yoldaş ve sırdaş edindiğine ve kimlerin tarafında olduğuna dikkat kesilmelidir. Çünkü yollar önemli olsa da yazılan hep yolculardır. Yolların sonu olsa da insanın yolculuğu devam edecektir.

Âhirete uzanan yolda insanı değerli kılan taşıdıklarıdır. Bu yolculukta Allah insandan yük olanları değil huzur veren şeyleri taşımasını istemiştir. İnsan yük olan şeyleri ancak tâkâti kadar taşır ve nefesi yettiği yere kadar götürebilir. Ama Allah’ın taşımasını istediği şeyler taşıdıkça insana huzur verir, insanın yükünü alır ve onu nefesi yettiği yere değil cennetine kadar götürür. Allah’ın yolcuya taşıması için yüklediği huzur veren yük de rızâsında gizlidir. Dolayısıyla İnsanın yolculuktaki derdi rabbini râzı etme yolu olmalıdır. O, râzı olduğu yola İslâm bu yolu îmara da sâlih amel demiştir. Bundan dolayı insan yolu ve yolcuları ifsat eden değil ıslah eden olmalıdır. Yük olan değil yük alan olmalıdır. Zulmeden değil merhamet eden, kin tutan değil sevgi besleyen, zorlaştıran değil kolaylaştıran olmalıdır. Özetle yol İslâm yolcu insandır. İnsana düşen sadece doğru tercih de bulunmaktır. Tercihini doğru tarafta kullanandan Allah râzı olacak. Onlar da Allah’tan râzı olacaktır. Ve yolları mezarla ayrılmış aynı gâyenin yolcularını cennetinde tekrar yoldaş kılacaktır. (https://www.diyanethaber.com.tr/yol-cu-makale,437.html)

Selâm ve duâ ile…