13.24

06.02.2023 gününün 04.17 ve 13.24’nü yaşayan biri olarak bugün ve saatlerin tabiri câizse kıyâmetin yaşandığı gün olarak tarihe geçeceği muhakkaktır. Ülkemize, milletimize ve şehirlerimize geçmiş olsun. Cenâb-ı Hak, yakınlarını, sevdiklerini kaybeden kardeşlerimize sabr-ı cemîl ihsan eylesin. Rabbim bizlere bir daha böyle âfet yaşatmasın. Bizleri, vatanımızı, milletimizi, İslâm Âlemini ve dünyamızı muhâfaza eylesin. Deprem sonrası yazılarımıza daha güzel günler yaşayacağımız ümîdiyle Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulumuzun “Müslümanın deprem ve doğal âfetlere bakışı nasıl olmalıdır?” değerlendirmesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Kâinattaki her varlık Yüce Allah tarafından belli bir düzen, gaye ve hikmete dayalı olarak yaratılmıştır. Tabiatın işleyişinden gezegenlerin hareketlerine kadar her şey Yüce Yaratıcının takdir ettiği belli bir ölçüye ve bir nizama göre varlığını sürdürmektedir . Bu nizam ve işleyiş içerisinde özel bir statüsü olan insan, akıl nimeti başta olmak üzere pek çok üstün kabiliyetle donatılmış ve vahye muhatap kılınarak diğer varlıklar arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltilmiştir. İnsanın yeryüzündeki en temel vazifesi, varoluşunun gâye ve hikmetini idrak ederek buna uygun bir hayat sürdürmeye gayret etmektir. Bu amaçla insan, Allah Teâlâ’ya samimiyetle bağlanıp îman ederek iyi, güzel ve sağlam işler yapmalı; hayatı boyunca adâlet, iyilik ve merhamet gibi temel insanî değerlerden ayrılmamalıdır. Nitekim İslâm’ın önemli kavramlarından olan “ihsan” ve “itkan”, insanın işini en iyi, en sağlam ve en güzel şekilde yapmasını ifâde eder. Dünya hayatında insanın Rabbine, kendisine ve içinde yaşadığı topluma karşı olduğu gibi tabiata karşı da çeşitli sorumlulukları vardır. Bu durum insana, öncelikle tabiatın bir nimet ve emânet olduğu bilinciyle, onu tahrip ve ifsat etmeden hareket etme sorumluluğu yükler. Zîrâ söz konusu sorumluluk ihmal edilip tabiata zarar verecek işler yapıldığında bunun olumsuz sonuçları yine insana dönecektir .

Bugün dünya çapında yaygınlık gösteren kuraklık, sel vb. felâketlerin bir sebebi de insanoğlunun tabiata karşı tamahkâr ve hoyratça davranışlar sergilemesidir. İnsan, tabiatla ilişkisinde Allah’ın evrene yerleştirdiği kanunlara uygun hareket etmek ve gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür. Yerleşim yerlerinin inşâ ve îmârında doğal âfet riskini hesaba katmak, zemin, malzeme ve inşâ teknikleri başta olmak üzere gerekli tüm iş ve işlemleri söz konusu kurallara göre planlamak bu sorumluluğun kaçınılmaz bir gereğidir. Zîrâ tabiatın işleyişini dikkate almayan yapılanmalar âfet risklerini berâberinde getirmektedir. Aklı, irâdesi, inancı, vicdanı ve başka hiçbir canlıda bulunmayan kabiliyetleri, insanoğlunu her konuda olduğu gibi tabiatla ilişkisinde de sorumlu kılmaktadır. İnsanın bu bilinçle hareket etmesi ve gücünün yettiği hususlarda üzerine düşeni hakkıyla yaparak gerekli tedbirleri alması Yüce Allah’ın emridir. Dolayısıyla âfetleri ve meydana gelen acı neticelerini, insan irâde ve sorumluluğunu yok sayarak tamamen kadere yüklemek doğru değildir.

Hiçbir acının, hüznün ve meşakkatin olmadığı tek yer, ebedi mutluluk yurdu olan cennettir. Bu bakımdan dünyanın, insanın hiç üzülmediği, yorulmadığı, problemlerle karşılaşmadığı, sadece iyilik ve güzelliklerle dolu bir yer olduğu düşüncesi hayatın gerçekliğine uygun değildir. Nitekim insanoğlu tabiatın doğal işleyişinden kaynaklanan birtakım âfet ve sıkıntılarla karşılaşabileceği gibi kendi ihmal ve hatalarının acı neticeleriyle de yüzleşmek durumunda kalabilmektedir.

İnsanoğlu dünyada ebedî hayatına hazırlanacağı bir imtihan sürecindedir. İnsanın bilme ve irâde etme özgürlüğü gibi kabiliyetlerine binâen muhatap olduğu bu süreç, aynı zamanda, ona anlamlı bir hayat sürdürme imkânı sunmaktadır. İnsan yaşadıklarını doğru değerlendirerek başına gelen hâdiselerden ibret almalıdır. Doğal âfetlere maruz kaldığında da dersler çıkarmalı, sorumluluklarını hatırlamalı, maddi ve mânevi alanda yapması gerekenlere yönelmelidir.

İnsan, bir arada yaşamanın gereği olarak başkaları tarafından yapılan hataların sonuçlarıyla da karşı karşıya kalabilir. Böyle bir durum karşısında sergilediği tavır biçiminden sorumludur. Nitekim Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “Hanginizin daha iyi işler yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratan O’dur” ; “Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi hem iyi hem de kötü durumlarla deneriz; sonunda bize döneceksiniz.” .

Dünya imtihanında başarılı olabilmenin yolu, belâ ve musîbetler karşısında serinkanlı tutum ve davranışlar sergilemekten geçer. Başına gelen sıkıntı ve ıstıraplara sabredip en güzel şekilde mücâdele edenler, âhirette büyük bir mükâfata, ebedi bir huzur ve refaha kavuşacaktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir” buyurulur. Ancak musîbetler karşısında sabretmek, hiçbir şey yapmadan sadece beklemek ve sıkıntılara çâresizce katlanmak değildir. Aksine sabırlı davranmak, başa gelen olay karşısında metânet göstermek ve isyana düşmeden olumsuz neticeleri gidermek için azim ve kararlılık göstermektir. Bu gibi durumlarda yapılacak en önemli ve öncelikli şey, âfetlerden zarar gören insanların maddi ve mânevi yaralarının sarılması ve acılarının hafifletilmesi için elden gelen bütün gayretin sarf edilmesidir. Müslümanın başına gelen hâdiseler karşısında metânet ve sabır göstermesi, ebedi nimetlere kavuşmasının da vesilesidir. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s.) “Müminin durumu ne hoştur! Her hali kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mü’mine mahsustur. Bir güzellik kendisine verildiğinde şükreder; bu onun için hayır olur; başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” buyurmuştur.

Yüce Allah’ın kullarına karşı rahmet ve merhameti sınırsızdır. Bu bakımdan Müslüman, başına gelen âfet ve hastalık gibi zor ve sıkıntılı hâdiselerin Allah’ın rahmetiyle karşılık bulacağını bilmelidir. Nitekim Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli vesilelerle kullarını sınayacağını haber verirken, bu süreçleri Allah’a yönelerek sabır ve teslimiyetle karşılayanları şöyle müjdelemektedir: “İşte rablerinin lütufları ve rahmeti bunlar içindir” . Aynı şekilde Hz. Peygamber, (s.a.s.), mü’mini inciten ve kendisine sıkıntı veren her hâdisenin onun arınmasına ve âhiretteki derecesinin yükselmesine vesile olacağını haber vermiştir.

Bütün bunların yanında zor zamanlarda duâ, niyaz ve yakarışlarla mânevi duyguları güçlendirmek ve geleceğe dair umudu korumak büyük önem taşımaktadır. Nitekim Yüce Rabbimiz, “Kullarım sana beni sorduklarında bilsinler ki şüphesiz ben (onlara) yakınım, bana dua ettiğinde dua edenin dileğine karşılık veririm.” buyurarak her durumda kullarını kendisine yönelmeye dâvet etmektedir. Zîrâ duâ insanı teskin ederek mâneviyatını besler, zorluklar karşısında dayanıklılığını artırır ve onun Allah katındaki değerini yüceltir.

Sonuç olarak mü’minlere düşen görev, zor zamanları sabır ve metânetle karşılamak, dünyanın neresinde olursa olsun belâ ve musibetlere maruz kalanlara yardım etmek için seferber olmak, âfetlerin ortaya çıkardığı acıları azaltıp yaraları sarmaya gayret etmek ve bir daha bu tür âfetlere maruz kalmamak için beşerî planda atılması gereken adımları atarak elden gelen her türlü tedbiri almaktır.”

Bu vesileyle; Deprem felâketinde hayatını kaybeden kardeşlerimize rahmetiyle, merhametiyle muâmele eylesin. Mü’min kardeşlerimizin şefaatini, mahşer gününde yakınlarına şehâdetleriyle lütfeylesin. Onlara şehâdet mertebesini nasip eylesin. Bu felâketten hasta ve yaralı olarak kurtulan bütün kardeşlerimize Şâfî ismi Şerifi hürmetine şifâlar halk eylesin. . .

            Selâm ve duâ ile…