ABDEST SUYU!

Yavuz Sultân Selim’e bir Yahûdi hizmetkâr sekiz yıl hizmet eder. O kadar güzel hizmet eder ki, ancak o kadar olur. Yavuz, bir gün çağırır ve buna der ki:

Sekiz senedir hizmetimi görüyorsun. En ufak bir ihânetini, kusurunu ve yanlışını görmedim. Sana bir soru soracağım. Yavuz sözü veriyorum, eğer doğruyu söylersen rahat bir hayat yaşayacağın para, mal ve can güvenliği vererek seni azat edeceğim. Ve en ufak bir zarar da görmeyeceksin...” der. Hizmetçi:

▬ Buyur sor padişâhım!” der. Yavuz Sultân Selim:

Benim Peygamberim Sav﴿, buyuruyor ki; “Bir Yahûdi ve bir Hıristiyan size hizmet ederse fırsat buldukları an size hıyânet ederler!” Sende şimdiye kadar hiçbir hâinlik görmedim. Benim Peygamberimden de (s.a.v.) asla yalan sadır olmayacağına göre korkmadan, çekinmeden söyle, yaptığın bir ihânet varsa ben de bileyim. Efendimizin (s.a.v.) mûcizesini gözümle müşâhede edeyim. Sana söz veriyorum zarar görmeyeceksin.” dediğinde hizmetçi:

▬ Pâdişâhım, sekiz senedir sana getirdiğim abdest suyuna bevl etmeden (küçük abdest) getirmedim!” der. Yavuz Sultan Selim Han’da unutulmaz o sözünü söyler ve:

▬ Allah’a yemin olsun ki senin getirdiğin su ile hiçbir vakit abdest almadım! Haydi artık serbestsin.” gönderir muhatabını... Kadirşinaslılığı, İslâm’a olan teslimiyetini ve Müslüman’ın uyanıklılığını görmekteyiz Yavuz’un bu yaptığında. Müslüman hangi şartta olursa olsun uyanık olacak. Bu işlerin şakası ve rehâveti olmaz. Rabbim Yahûdi’nin getirdiği suyla bizlere de Yavuz gibi abdest almamayı nasip eylesin...      

Yâni Yavuz, Cengiz Numanoğlu’nun;

“Ya “Allah”a boyun eğer; hiç kimseye eğmezsin,

Ya herkese boyun eğer; hiçbir şeye değmezsin!” tâbiriyle muhâtaplarına hitap eder ama aslında çağlar ötesinden Peygamberimize (s.a.v.) pusu kuran bu zihniyeti bizlere nebevî bir ders olarak anlatır âdetâ. “Yahûdiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için, dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lânetlilerdir.” der şâirlerin şâiri Necip Fazıl.

Yüce Rabbimiz Mâide Sûresinin 51. âyeti kerimesinde bizlere hitâben: “Ey îman edenler! Yahûdileri ve Hıristiyanları velî edinmeyin. Onlar birbirlerinin velîleridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zâlimler topluluğunu hidâyete erdirmez.” buyurmaktadır.

            İki şeyin –aralarına yabancının giremeyeceği kadar– birbirine yakınlığını ifâde eden velâ (veya vely) kökünden türemiş olan velî (çoğulu evliyâ) terimi “dost, arkadaş, yardımcı, destekçi ve yakın” anlamlarında kullanılmaktadır. Velî terimi Kur’an’da tekil ve çoğul (evliyâ) olarak seksen yedi âyette yer almıştır. Bunlardan kırk altısında Allah’ın insanlara dostluğu, üçünde insanların Allah’a dostlukları, on âyette insanlarla şeytan arasındaki dostluk, diğerlerinde ise iyi veya kötüler arasındaki dostluk için kullanılmıştır.

            Bu âyetlerin çoğunda insanların gerçek dostunun Allah olduğu, O’nun (c.c.) insanlara, mü’minlere ve peygambere yardımcı olacak, onları koruyacak, bağışlayacak, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan gerçek dost olduğu belirtilerek insanların O’na (c.c.) inanmaları, dayanıp güvenmeleri gerektiği; ayrıca kâfirlerin, zâlimlerin, Yahûdi ve Hıristiyanların ancak birbirlerinin ve şeytanın dostları olabilecekleri bildirilerek dinî ve ahlâkî inanç ve anlayışların sosyal ilişkiler üzerindeki etkileri vurgulanmış, dostlukların tesisinde kan bağı yerine inanç birliğinin esas alınması gerektiği bildirilmiştir .

            Medine Yahûdilerinin Müslümanlara karşı olan tutum ve davranışları, münafıklarla olan dostluk ilişkileri ve bunları Müslümanların aleyhine kullanmaları, kendi kutsal kitapları olan Tevrât’a karşı samimiyetsizlikleri, Müslümanları İslâm’dan döndürerek Hz. Peygamber’i başarısızlığa uğratmaya gayret göstermeleri gibi olaylar anlatılarak veya bunlara işâret edilerek Yahûdi ve Hıristiyanlarla kurulacak dostluğun faydadan çok zarar getireceği Müslümanlara açıklandıktan sonra bu âyette mü’minlerin bu gibi Yahûdi ve Hristiyanlardan samimi dostlar edinmemeleri emredilmiştir.

            Bakara Sûresinin 120. âyetinde Hz. Peygamber’e hitâben, “Sen onların dinlerine uymadıkça Yahûdiler de Hıristiyanlar da senden asla memnun kalmayacaklardır” buyurulmuştur. Bu iki toplumun her biri gerçek dostluğu yalnızca kendi mensupları için yâni Yahûdiler Yahûdiler için, Hristiyanlar da Hristiyanlar için kabul ederler. Bu sebeple onlardan Müslümanlara gerçek bir dostlukla yaklaşmaları beklenemez.

            Âyetin ifadesine göre Yahûdileri veya Hıristiyanları dost edinenler onlardan sayılır, yâni onlara benzer, onların huyunu kapar, gerçeğe değil onlar gibi hevâ ve heveslerine uyarlar, böylece zâlimlerden olurlar; Allah zâlimleri hidâyete erdirmeyeceği için kurtuluşa ve mutluluğa eremezler. Kur’ân-ı Kerîm, burada olduğu gibi birçok âyette mü’minleri uyararak kendilerinin dışındakilerin ister dinsiz olsun, isterse Yahûdiler ve Hıristiyanlar gibi Ehl-i kitap olsun, Müslümanların hayatî önem taşıyan sırlarını öğrenecek, muhtaç olduklarında kendilerini koruyacak derecede dostları olamayacağını ifâde buyurmuştur . Ancak mü’min olmayanları dost edinme yasağı, onlarla iyi geçinmemek anlamına gelmez. Toplum ve devletin emniyet ve selâmeti bakımından devlet sırlarını onlara verecek derecede kendileriyle samimi olmak veya devletin sırlarını yahut menfaatlerini alâkadar eden önemli görevleri onlara teslim etmek yanlış olmakla birlikte, Kur’an Müslümanlara karşı düşmanca tavır almayan gayri müslimlerle beşerî münâsebetlerin iyi yürütülmesini, gerektiğinde onlara iyilik edilmesini, haklarında adâletli davranılmasını tavsiye etmekte, böyle yapanları yüce Allah’ın sevdiğini bildirmektedir . Nitekim Hz. Peygamber Medine’deki Yahûdilerle vatandaşlık antlaşması yaptığı gibi müşrik kabilelerle de ittifak antlaşması yapmıştır. Samimi dost edinilmeleri yasaklananlar ancak İslâm’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır alanlar, onlarla savaşmak ve onları yurtlarından çıkarmak için birbirlerine destek verenlerdir. Yüce Allah bu tür gayri müslimlerle dostluk bağları kuranları zâlimler olarak nitelemiştir .

            Kısaca dostluk konusunda; Hira’nın, Tûr’un ve Sinâ’nın çocuklarının Olimpusun çocuklarından öğrenecek ve alacakları hiçbir şey yoktur. Bunlar Hak ve hakîkatin yegâne temsilcilerinin kendileri olduğunu iddiâ ederler. Kur’ân’ın ifâdesi ile “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Hâlbuki onlar bozguncuların ta kendileridir. Lâkin anlamazlar.” Evet, âyet-i kerimelerde de işâret edildiği gibi bu tür sûret-i haktan görünenler insanların iyi niyetlerini suistimal ederler, geleceklerini çalarlar. Ne diyordu Bilge Kral Aliya: “Şunu hiç unutma evlât! Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır ve bugünkü refâhı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur...”

UNUTMAYIN! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…