DEMOSTENES’İN EŞEĞİ!

Atina’da yapılmakta olan toplantıda önemli bir meseleye çözüm aranırken kürsüye düşüncelerini söylemek için filozof Demostenes çıkar. Ancak, kekeme olduğundan insanlar sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir. Bunun üzerine Demostenes: “Size bir hikâye anlatıp ineceğim!” diye bağırır, dikkatleri üzerine çeker ve sessizlik olunca anlatmaya başlar.

Bir yolcu, Atina’dan Megara’ya gitmek üzere bir eşek kiralar. Eşeğin sâhibi ise yol boyunca yaya olarak ona eşlik eder. Derken öğle sıcağı bastırır, biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için dururlar ama, hiç gölgelik yoktur. Eşeğin sâhibi eşeğinin gölgesine sığınır. Eşeği kiralayan ise:

— Sen çekil, gölgede benim oturmam lâzım!” der. Eşeğin sâhibi îtiraz eder ve:

— Tabi ki ben oturacağım, çünkü eşek benim.” der. Yolcu:

— Ama eşeği ben kiraladım!” deyince de:

— Ben sana eşeği kiraladım gölgesini değil!” cevabını alır ve tabi sonunda aralarında kavga çıkar. Hikâyeyi dinleyen herkes pür dikkat kesilir ve hikâyenin sonunu beklerler ama Demostenes tam bu sözden sonra kürsüden iner ve uzaklaşmaya başlar. Dinleyiciler:

— Hey ne oldu sonunda? Hikâyenin sonunu anlatsana!” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye tekrar döner ve:

— Ben sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalışıyorum ama siz eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Artık ne fikrimi söyleyeceğim, ne de öykünün sonunu!” der ve yürüyüp gider.

Sohbet, insanın bir konuya, bir düşünceye sıkı sıkıya bağlanması, ona samîmiyetle katılmasıdır. Yâni hâlimizden, tavrımızdan ayrılmayan, bizi terk etmeyen güzel ahlâki özelliklerimizdir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) etrâfında onun dâvâsına gönül veren insanlara sahâbe denmesi, kelimenin bu yönüyle olsa gerektir. Böylece sahâbe, Resulüllah’a (s.a.v.) eşlik eden, asla ondan ayrılmayan ve gösterdiği yola ilgili olanlara verilen özel ad olmuştur. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dizinin dibinde yetişen, sohbetinde bulunmuş bu insanlar, en güzel hatibin tedrisinden geçmişler ve bu örnekliği sonraki nesillere sohbetleriyle aktarmayı görev addetmişlerdir.

Başka bir örnekte; “Kur’an okunduğu zaman ona kulak verip dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” (A’râf, 17/204) âyetidir. Âyette merhametten pay almanın gerekçesi olarak dinlemek ve sessiz olmak gösterilir.

Büyüklerimizin, “Ağzından çıkanı kulağın duysun.” ihtârı buna dikkat çeker ve pek mânidardır. Kişinin en az kendisini duyduğunu îma eden bu atasözü hele başkasını dinlerken takınmamız gereken titizliği de zımnen anlatır gibidir. Sohbette de mesâfe kısa olsa da istenilen mesaj bâzen kulağa dolayısıyla idrâke ulaşmaz. Bu mânâda etkin dinlemek, yanlış anlamalara sebebiyet vermemek için hayâti öneme sâhiptir. İrşat programlarına katılan veya ilim tedrisine tâlip olanlar için etkin dinleme, sohbet âdâbı ve verimi için elzemdir. Sohbetlerde dili sessize alıp gönlü ve zihni en aktif seviyede açmak, hedeflenen sonuca ulaşmayı kolaylaştırır.

Sohbet âdâbının şartlarından biri de muhâtabın samimiyetini, ihlasını yanında taşımasıdır. Nitekim “Ameller niyetlere göredir.” buyruğunca niyette ihlas varsa dinleyen de söyleyen de sohbetten istifâde edecektir. Dolayısıyla sohbet esnâsında kişiyi olumsuz etkileyecek her türlü hâl bir kenara bırakılmalıdır. Bir taraftan cep telefonu ile ilgilenip diğer taraftan sohbetten hissedâr olmak çok mümkün olmayacaktır.

Medya ve iletişim imkânlarının hayatı kuşatmasının berâberinde getirdiği bilgi karmaşası nedeniyle bu gün iletişim ve haber ahlâkı daha önemli hâle gelmiştir. Bilgiyi aktarırken bağlamından koparmadan, hedef göstermeden, çarpıtmadan habercilik ilkelerine sadık kalmak ihmal edilmemesi gereken ciddi bir sorumluluktur. Dolayısıyla medyanın her alanında, İslâm’ın ilkeleri ve toplumun değerleri ile ilgili konularda haber ve yazı yazanlar doğru bilgiye ulaşma azmiyle gerekli inceleme ve araştırmayı yaparak sorumluluk bilinci ile hareket etmelidir.

İslâm’ın temel kaynaklarını, doğru bilginin metot ve yöntemini dikkate almayan, birlik ve berâberliğimizi zedeleyen, hikmeti göz ardı eden, ayrıştırıcı ve ötekileştirici yaklaşımlar; itici, kırıcı, katı ve kaba bir dil; bulanık ve gizemli bir üslup ile sahte ve yapmacık tavırlar; öfke ve nefret üreten davranışlar her şeyden önce Müslümanlara zarar vermektedir. (diyanet.gov.tr)

Demostenes’in hikâyesi, yalnızca bir çağın değil; her çağın insanına yöneltilmiş açık bir uyarıdır. Ne söylediğine değil, neyin dikkat çektiğine odaklanan toplumlar asıl meseleyi gözden kaçırır. Sosyal medyada, içerikten çok gösteri değeri taşıyan, yüzeysel paylaşımlar dikkat çekerken; anlam yüklü ve nitelikli içerikler maalesef hak ettiği ilgiyi görememektedir.

Toplumun faydasına olan bilimsel ve nitelikli içerikler ise ne yazık ki göz ardı edilmekte; dikkatler çoğunlukla önemsiz ayrıntılara yönelmektedir.

Yüzeysel ve anlık tatmin sağlayan içerikler hızla yayılırken; anlam ve fikir yüklü yazılar çoğu zaman göz ardı edilmektedir.

Zîra popüler olan, çoğu zaman kolay olandır; bu yüzden geniş kitlelerin ilgisi, düşünceye değil, zahmetsize yönelmektedir.

Âsâr-ı Gönül de der ki:

“Söz, göze söylenir. Sözün kıymeti ise kulak dinleyince artar,

Gönül sessizse, kelâm da susar.

Dinlemek, sabırla yoğrulan sanattır;

Gönülden çıkan gönle hitap eder, ağızdan çıkan kulaktan döner, kalpten gelmeyen zâten kulağa da varmaz.

Bu nedenle yüzeyde kalmayın, derinlere inin,

Gerçek dinleme, kalpte başlar, gönülde biter…

Bu mısralar, sâdece işitmenin değil; gönülden, samîmiyetle dinlemenin de bir edep, hatta bir ibâdet olduğunu hatırlatır.”

Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm!

“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...