DOKUZ DOĞRU!

İnsan bâzen bir kelimeyle, bâzen de bir hatayla ölçülür. Ne gariptir ki, bin doğruyu sessizce geçeriz; bir yanlışı ise gürültüyle büyütürüz. Şunu da unutmamak gerekir ki hata, insan olmanın kaçınılmaz bir parçasıdır; kusursuzluk sadece Yaradan’a mahsustur.

İnsan, hayatı yanlışlarından öğrenir; ama başkalarının hatalarında merhameti unuttuğunda asıl dersi kaçırır. Asıl kusur, kusur işleyende değil, affetmeyi bilmeyendedir.

İnsanın kıymeti, bir hatayla değil; ömrü boyunca sergilediği doğrulukla anlaşılmalıdır. Zihinler çoğu zaman yanlışa odaklanır, doğrular görmezden gelinir. İnsan, bir yanlışla değil; bin doğruyla anılmalıdır. Einstein’ın örneği, aslında bizim aynadaki hâlimizdir: başkasının yanlışını büyütür, kendi yanlışlarımızı, hatalarımızı unuturuz.

Einstein’ın yaşadığı bir olay, bu durumu çarpıcı biçimde gözler önüne serer: Bir gün tahtaya çıkar ve çarpma işlemlerini yazmaya başlar:

1×1=1, 1×2=2, 1×3=3… böylece 1×9=9’a kadar doğru yazar. Ancak son satırda 1×10=100 yazar. Sınıf bir anda şaşkınlık ve yüksek bir sesle tepki verir:

— Aaa! Einstein yanlış yaptı!”

O ise arkasını döner ve arkadaşlarına sitem dolu bakışlarla:

— Dikkat edin, 10’a gelene kadar 9 doğru yaptım, hiçbiriniz “doğru yaptın” demedi. Ama bir yanlışımda hepiniz ayağa kalktınız.” der.

Bu olay, insan fıtratının bir yönünü açıkça ortaya koyar. Hayatta da böyledir: İnsan, yıllarca doğrularla yaşar; fakat bir tek hatasında, bütün emekleri görmezden gelinebilir. Oysa Allah, sayısız hatamızı bir tövbe ile affederken; insanlar, bir hatayla bütün doğrularımızı silebiliyor.

Pekî, bir yanlışın ardından gelen kalabalık sesler bizi doğruluktan alıkoymalı mı?

Asla. Çünkü iyilikte sebat etmek, kalabalığa uymaktan daha değerlidir. Nitekim Rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde sav.” (Fussilet, 34)

İnsan hata yapabilen bir varlıktır; hata, fıtratın bir parçasıdır. Fakat asıl fazîlet, hatada ısrar etmek değil, ondan dönmektir. Zîrâ Efendimiz (s.a.v.): “Her insan hata yapar. Hata yapanların en hayırlısı, tövbe edenlerdir.” buyurur

Ne acıdır ki toplumda bir yanlış, dokuz doğruyu örtüyor. Eğer bize destek olanları unutursak, kalbimizin yükü artar. Mevlânâ der ki: “Kusur ararsan, insanda çok bulursun. Ama gönül ararsan, her insanda bir parça bulursun.”

Einstein’ın verdiği o ders, bize sabrı, anlayışı ve insafı öğretir. İnsanları bir hatayla yargılamak, onların tüm doğrularını silmek demektir. Yunus Emre’nin şu dizeleri ne güzel anlatır:

“Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil.

Yetmiş iki millet dahi, elin yüzün yumaz değil.”

Toplumda insanlara saygı, merhamet, hoşgörü ve hikmetle yaklaşmak gerekir; çünkü her insan, başka bir insan için bir imtihandır. Ataullah İskenderî’nin “Arkadaşlıkta sirâyet vardır; insan, sohbet ettiği kişiden huy kapar.” sözü bu gerçeği ne güzel anlatır. Bu yüzden, gönül bağımızı kuracağımız kişileri özenle seçmeliyiz.

Hatalar, yargılamak için değil, ders almak içindir. Unutmayalım ki, olumsuz her hüküm kalbin üzerine bir kâbus gibi çöker. Muhâtabını tanımadan verilen her yargı, bir gönlü incitir; o gönül sessizce kırılır ve belki de bir daha geri dönmez.

İnsan ilişkilerinde asıl olgunluk, başkalarını anlamaya çalışmak, onların kusurlarında kendi payımızı görebilmektir. Çünkü hakîkatte her karşılaşma, bize kendimizi öğretmek için vardır.

Einstein’ın yaşadığı o an, yalnızca bir matematik dersi değil; insanlık için bir aynadır. İnsan, yaşamı boyunca kurduğu doğrulukla değil bir yanlışla hatırlanırsa, adâlet, saygı, sevgi, merhamet ve hikmet kaybolur gider. Oysa Kur’ân bize der ki: “Ey îman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucurât, 12)

Bir gün bir padişaha sorarlar:

— Sultanım, bu kadar insan içinde en çok kimi seversiniz?”

Padişah gülümseyerek cevap verir:

— En çok terzimi severim.”

Oradakiler şaşırır:

— Aman Sultanım, onca veziriniz, komutanınız, dostunuz varken neden terzi?”

Padişah şöyle der:

— Çünkü terzim, her gittiğimde benim ölçümü yeniden alır. Benim fiziki olarak değiştiğimi bilir. Ancak diğerleri, beni hep eski halimle değerlendirir. Ölçümü bir aldılar mı öyle kalır.”

Muhâtabı eleştirmeye kalkışmadan önce, onun doğrularını da hatırlamalı; hata ettiğinde yıkmak için değil, kazanmak için çalışmak yakışır insana. Çünkü insan, hatasıyla değil; tövbesiyle, pişmanlığıyla değerlidir.

Ziyâ Paşa’nın:

“İdrak-i meâlî bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazî o kadar sıkleti çekmez.”

(Bâzı hakîkatleri anlamak büyük bir akıl ister; herkesin terâzisi o ağırlığı tartamaz.)

beyti, bazı hakîkatlerin herkes tarafından kavranamayacağını ifade eder. Nitekim bu terazî hâlâ o ağırlığı tartamamaktadır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki insan darbeyi çoğu zaman tanımadığı düşmandan değil, şâirin dediği gibi:

“Hiç kimse demesin yıkılmam diye,

Yıkılmayı dosttan öğrenir insan.

Düşmandan sakınır, korunur ama

Vurulmayı dosttan öğrenir insan.”

sözüyle ifâde edildiği üzere, dost bildiğinden görür.

Âsâr-ı Gönül de der ki:

Bir yanlışla yıkılan gönül, bin doğruyla onarılmaz.

İnsan, hatasından dönme irâdesiyle büyür.

Kusur insana mahsustur; insaf ise insana en çok yakışandır.

Bir kelâmla, bir kalp yıkabilir; bir kelâmla da bir kalp ihyâ edilebilir.

Doğruyu takdir edemeyen, yanlışı büyütür.

İnsanı bir hatayla yargılayan, adâleti kaybeder.

Ve unutmayın:

Hayatınıza anlam katanlara değer verin; zamanınızı tüketenlere değil.”

Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm!

“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...