HAYAL VE GERÇEK!

Babasının işi nedeniyle çocuğun ortaöğretimi kesintilere uğrar. Orta ikide iken büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını ister öğretmeni. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan yedi sayfalık bir kompozisyon yazar. Hayâlini en ince ayrıntılarıyla anlatır. Hatta hayâlindeki iki yüz dönümlük çiftliğin krokisini dâhi çizer. Binâların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterir. Krokiye, ikiyüz dönümlük arâzinin üzerine oturacak bin mlik evin ayrıntılı planını da ekler. Ertesi gün hocasına sunduğu yedi sayfalık ödev, tam kalbinin sesidir... İki gün sonra ödevi geri alır. Kâğıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir “0” ve “Dersten sonra beni gör,” uyarısı vardır. Çocuk:

▬ Neden sıfır aldım öğretmenim!” der. Öğretmen:

▬ Bu senin yaşındaki bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayaldir. Paran, pulun yok. Gezginci bir âileden geliyorsun. İmkânınız, kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir. Önce arâziyi satın alman lâzım… Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Yâni bunu başarman imkânsız! Eğer ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.” der. Çocuk eve döner ve uzun uzun düşünür. Babasına danışır:

▬ Oğlum,” der babası; “Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukça önemli bir seçim!” Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan:

            “Ne söylüyorsa dilin, onu göstersin özün.

            Yanmadan nasılsan, öylece kalsın közün...” sözünde denildiği gibi geri götürür hocasına ve:

▬ Siz verdiğiniz notu değiştirmeyin... Ben de hayallerimi…”

“Yağmur yağsa kış değil mi?

Kişi hâlini bilse hoş değil mi?” der atasözünü zihinlere nakşedercesine…

Hani Lebîb:

“Hayâl-i yârsiz dil kalsa vîrânî mukarrerdir,

Olur her hâne sâhibsiz harâb âheste âheste…”

“Eğer sevgilinin hayâli yoksa, âşığın gönlünün vîran bir hâlde kalması mukarrerdir. Çünkü herhangi bir hânenin sahibi yoksa o ev yavaş yavaş harap olur.”

İslâmî terminolojinin esâsını teşkil eden Kur’ân-ı Kerîm’in çeşitli kelimelerle ifâde ettiği ve çok sayıda âyette teşvikte bulunduğu düşünme eylemi, İslâm kültür tarihindeki entelektüel geleneklere hayat veren ve bu gelenekler içinde çeşitli açıklamaların konusunu teşkil eden insanî bir çabadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de düşünme eylemini ifâde eden bu terimlerin kullanılışı yukarıdaki anlamlarından önemli bir farklılık arzetmez. Bu sebeple asıl vurgulanması gereken şey Kur’ân’ın, düşünmeye verdiği önemin yanı sıra düşünmenin biçimi, hareket noktaları ve gâyesi hakkındaki telkinleridir. İnsanı düşünmeye sevk ve teşvik eden çok sayıda âyete topluca bakıldığında düşünmenin önemli bir kulluk görevi, bir ibâdet olduğu sonucuna varılabilir. Düşünmenin konusu ise başta bizâtihi Kur’ân’ın mesajı olmak üzere bu mesajın aydınlatıcı ve yol gösterici ışığı altında Allah-âlem, âlem-insan, Allah-insan ilişkisidir. Kur’ân’ın, kâinatı ve insanı belli bir yaratılış sürecinde ve süreklilik arzeden ilâhî yasalar çerçevesinde anlamlandıran, insanı var oluşun ilâhî kanunlarına paralel olarak doğru bilgi ve doğru eylemin gereklerine uygun şekilde yönlendiren âyetleri, düşünmenin konusunu kendiliğinden belirlemektedir.

“Göklerin ve yerin melekûtu hakkında düşünmezler mi?” ; “Bakmıyorlar mı deveye, nasıl yaratılmış!” meâlindeki âyetlerde “bir şey hakkında düşünmek” ve “bir şey hakkında gözlemde bulunmak” anlamları ile nazarî çabanın önemi açıkça vurgulanmaktadır. Bu çabanın gözlemle düşünmeyi birleştiren özelliğine Kur’an terminolojisiyle uğraşanlar işâret etmişlerdir.

Murat PADAK’ta bir yazısında;

“Bâzen de gidecek bir yer bulamazsın.” der de devamla;

Bâzen hiçbir yer sana yakışmaz. Hiçbir ortama gidesin gelmez. Odandan bile kaçacak olursun. Âilenden, sokağından, mahallenden, şehrinden... Ama nereye?

Bâzen kaçacak yer de bulamazsın. Hiçbir ortam sana uymaz. Her ortam ruhunu daralttıkça daraltır. Ruhlardan kaçarsın kimi zaman bedenlerden kaçtığın gibi. Herkes vardır ama sen bir başınasın. Sesler yükselir ama sen duymazsın hiçbir sesi. Alkışlar sanadır ama sen alkışlardan kaçarsın sonsuza doğru...

Bâzen gidecek bir yer bulamazsın herkesin parsel parsel ele geçirdiği düşünce dünyasından. Düşünecek yer de bulamazsın kimi zaman. Herkes her yerdedir. Sen ise kaçacak yer ararsın.

Bâzen yapayalnız kalırsın herkesin sana işaret ettiği yerde. Herkesin seninle konuştuğu yerde hiçbir şey duyamazsın kimi zaman. Bedenin de ruhuna ağırlık verir. Ne ruhun kaçabilir ne de bedenin...

Allah’tan başka sığınacak başka bir sığınak bulamazsın. Onun yanında darlık yoktur. Onun yanında kalabalık yoktur. Onun yanında herkesler yoktur. Herkes olsa da sakindir onun yanı. Kaç işte Allah’ın huzuruna. Oraya firar et dünya zindanından.

Allah’a kaçın Allah'ın konuşulmadığı yerden. Allah'a kaçın yalnız kaldığınız yerden... Kaçacak yerin kalmadıysa bil ki kaçman gereken yere kaçmıyorsun. Onun yanına kaçan, kayıplarda değildir. Onun yanına giden, yalnız değildir...

Bâzen kaçacak yer bulamazsın. Çünkü kaçman gereken yeri unutmuşsun.” der ve devamla;

Bazı insanlar demir gibidir. Bazıları altın, bazıları bakır, bazıları elmas, bazıları gümüş gibidir.

Her biri değerlidir. Demirsiz de olmaz, bakırsız da olmaz. İnsanları birbirleri ile ölçmeyin. Zira demirin lazım olduğu yerde altının hiçbir değeri yoktur. Altının lazım olduğu yerde de diğerinin...

Her biri lazım olduğu yerde değerlidir.

Arkadaşlarınızı da böyle değerlendirin. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibi çeşitlidir.” buyurmaktadır.”

Hâsılı Fuzûlî’nin:

“Hayâl ile tesellîdir gönül meyl-i visâl etmez,

Gönülden taşra bir yâr olduğun âşık hayâl etmez…”

“Gönül sevgilinin hayâli ile avunur, sevgiliyle vuslata meyletmez. Çünkü bir âşık, sevgilinin kendi gönlünün dışında bir yerde olduğunu hayal bile etmez.” dediği gibi.

UNUTMAYIN: “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…