KÂSEYİ AŞAN İSTEK!

Gemi limana yaklaşırken, deniz dalgaları isyandaydı; rüzgar ise yönleri yeniden yazmaya kararlıydı. Bir yanda zenginliğin yüklü olduğu bal fıçıları, diğer yanda ise tek bir dilek için dünyayı değiştirmeye hazır bir kadın. O bir kâse bal, belki görünüşte basit bir arzu gibi duruyordu; ama içindeki anlam, sevginin dilinde yazılmıştı. O kadının gözlerinde, o bir kâse baldan çok daha fazlası vardı: Bir gönlün, tüm dünyanın servetinden daha değerli olduğunu hatırlatan bir hazine.

İçi bal fıçılarıyla dolu bir gemi limana yaklaşır. İşçiler bal fıçılarını boşalttıkları sırada, fakir olduğu her hâlinden belli olan yaşlı bir kadın elinde küçük bir kâseyle çıkagelir. Balların sahibi olan tâcirin yanına gidip, kendisine kâse dolusu bal vermesini ister. Tâcirin cevap vermemesi, yaşlı kadının umut dolu bakışlarını sönük bir hüzne çevirir...

Yaşlı kadın uzaklaştıktan sonra tâcir, olayı baştan sona izleyen genç çalışanını yanına çağırır. Ona, kadını sessizce takip edip evine bir fıçı dolusu bal bırakmasını emreder. Genç adam şaşırır kalır:

— Efendim! Kadıncağız sizden azıcık bal istedi, vermediniz; şimdi ise bir fıçı bal gönderiyorsunuz, bu nasıl bir iştir?” der. Tâcir:

— Delikanlı, o kendi ihtiyâcı kadar istedi. Ben ise kendi imkânım kadar verdim,” der gönlü zengin, kendisi güzel bir adam. Bazen kâsemiz minicik olur ama onun içine sığdırmak istediğimiz umut, bütün evreni dolduracak kadar büyüktür. Ama biliriz ki, Sen lütuf ve ihsanında sınırsız olansın, ey Allah’ım. Bizlere, sevdiklerimize ve bu kıssadan hisselen herkese, murâdının ötesinde nimetler nasîp eyle.

Resûl-i Ekrem cennet muştulu tavsiyelerde bulunurken, adâletli yöneticilerin, sadaka verenlerin, akrabaya ve Müslümanlara karşı ince kalpli, merhametli davrananların, bir de iffetini ve nâmusunu muhâfaza eden kimselerin cennete gideceğini söyler. Aynı şekilde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bildirdiğine göre, “adâletli hâkim” ve “her gün ve her gecede beş vakit namaza çağıran müezzin, kendisinden memnun olan cemaate imam olan adam, Allah’ın ve efendisinin hakkını yerine getiren köle” de cennetin nâdide mekânlarında yer almayı hak edecek kişilerdendir.

Resûl-i Ekrem, “Cennete, kalpleri kuş kalbi gibi (saf ve hassas) olan insanlar girecektir.” buyurarak hem gönül zenginliğine hem de Allah’a duyulan saygıdaki hassâsiyete dikkat çekmiştir. Elbette rahmet ve saadet yurduna, kalbi kinle dolu yollarla varılamaz. Hadislerde cennetle müjdelenenlerin ortak özelliği, tertemiz bir kalp ve Allah’a karşı duyulan derin saygıdır.

Nitekim Allah Resûlü’ne, “İnsanların cennete girmesini en çok sağlayan şey nedir?” diye sorulduğunda, O (s.a.v.), “Takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) ve güzel ahlâktır.” yanıtını verir. Allah’a karşı saygı ve korku içinde olmanın cennete girmek için bir vesile olduğunu anlatan Resûlullah’ın ifâdelerine göre, bir dağın tepesinde ezan okuyan ve namaz kılan bir koyun çobanı Yüce Allah’ın hoşuna gider ve Rabbimiz, “Şu kuluma bakın. Benden korkarak ezan okuyor ve namaz kılıyor. Ben bu kulumu affettim ve onu cennete koydum.” buyurur.

Hz. Peygamber, güzel ahlâklı kimseler ile cennetlikler arasında doğrudan bir bağ kurar ve: “Size cehenneme girmeyecek kimseleri bildireyim mi? Cana yakın, uysal, yumuşak huylu ve kolay geçinilen herkes.” Hz. Peygamber (s.a.v.) cennete girmeyi garanti etmenin altı ahlâkî şartını şöyle sıralamıştır:

· Konuştuğunuzda doğru söyleyin.

· Söz verdiğiniz zaman onu yerine getirin.

· Size bir şey emânet edildiğinde onu sâhibine verin.

· Nâmusunuzu koruyun.

· (Harama) bakmaktan sakının.

· Elinizi (kötü işlerden) çekin.

İşte bu nebevî müjdeler ve uyarıların gösterdiği üzere cennet, ancak bu dünya şartlarında kazanılacaktır. Kur’ân, her insanın önüne iki yol koyar: biri nurla, diğeri karanlıkla akar. Seçim ise insanın yüreğine bırakılmıştır. Hangisinden gitmek istediği ise insanın tercihine bırakılmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v.), cenneti arzulayanların hemen harekete geçmesini öğütler. Ancak bu hedefin kıymetli ve gayret isteyen bir yolculuk olduğunu da hatırlatır. (hadislerleislam.diyanet.gov.tr)

Ziyâ Paşa’nın dediği gibi:

“Gör ki gönül, her türlü sefâya vedâ etsin,

Gerçek hazine, gönlün derinliklerinde gizlensin.”

Necip Fâzıl da: “Güzel ahlâk, taşır insanı cennete…” Çünkü gönlü güzel olanın yolu, huzura çıkar.

Mehmet Âkif de:

“Îman ve ahlak, gerçek yolun ışığıdır,

O yolda yürüyen, her zaman doğruyu bulur.” Yaşamın kıymetini bilmek ve Allâh’a duyulan saygı içinde güzel bir ahlakla yaşamak, bir insanın ebedî mutluluğunun temînatıdır.

Hepimiz, içimizde taşıdığımız küçük gibi görünen dileklerle yolumuzu bulur, hayata anlam katarız. O dilekler bâzen basit görünse de, aslında bize gerçek hazineyi gösteren ışıklardır. Gönlümüzdeki zenginlik, hiçbir malda, mülkte, ya da dünya nimetlerinde bulunmaz. Bunu anlamak, bâzen bir kâse balın çok ötesine geçmekle mümkün olur. Tıpkı o kadının yaptığı gibi... Ve belki de asıl zenginlik, paylaşarak, cömertçe vermekte saklıdır. Gönlümüzde bu hazineyi bulduğumuzda, yola çıktığımızda, gerçek mutluluğu bulmuş oluruz.

Âsâr-ı Gönül de der ki:

“Bir kâselik istek, bir ömürlük hikmete dönüşebilir… Hikmette derinlik arayanlar için, her satırda bir incelik, her kelimede bir anlam gizlidir. Her söz, yüreğini aralayanlara bir anahtar olur; kimi zaman bir kapıyı, kimi zaman bir hayatı açar. Her kıssa, ders almak isteyene yazılır.”

Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm!

“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...