Yolları haritalarla, gökleri raporlarla çizeriz; ama kimi yollar sadece gönül gözüyle bulunur. “Kelli” hikâyesi, bilginin değil sezginin kazandığı bir hakîkat yolculuğudur.
Rivâyet olunur ki, Ödemişte yol yapımı için uğraşan mühendisler Kel Dağ’da öyle bir yere gelirler ki tıkanırlar, yolu nereden devam ettirecekleri konusunda kararsız kalırlar. Oralarda keçi otlatan bir Yörük, bir haftadır hiç çalışma yapılmamasını merak eder ve karayolları ekibinin yanına varır:
— Hayrola hemşerim. Bir haftadan kelli iş yürütmüyorsunuz? Sıkıntı yok inşallah!” der. Yetkililer:
— Sıkıntı falan yok be kardeş. Yolu nereden devam edeceğimiz konusunda teknik araştırma yapıyoruz. Toprak ve kaya örnekleri gönderdik. Yapılacak analizlerden sonra çalışmalara tekrar başlayacağız.” derler. Yörük Çoban, şakın ve yüzünde alaycı bir gülümseme ile:
— Bunun için mi bekliyorsunuz? Bundan kolay ne var ağalar? Bir torba toz kireç varsa, ben sizin işinizi hallederim!” der. Analiz sonuçlarını beklemekten canları sıkılan mühendisler kendilerince eğlence bulmanın sevinciyle:
— Olmaz mı elbette var. Peki ne yapacağız?” derler. Yörük Çoban:
— Şimdi bu kireç çuvalını benim eşeğe yüklücez. Çuvalı dabanından da delecez. Eşeğe deh dedînen iş tamamdır. Hayvan en sağlam, en güzel güzargâhı bilir ordan gider. Eşek sağlam olmayan yere basmaz ağalar. Kireç ardından döküldükçe sizde yolu o ize göre yaparsınız!” der. Mühendisler Yörüğe kireç çuvalını verir ve onun çuvalı eşeğe yükleyip, dehlemesini eğlenerek izlerler. İstedikleri sonuçlar geldiğinde şaşar kalırlar. Çünkü sonuç Yörüğün eşeğinin izinin aynı istikâmetini vermiştir. Birkaç gün sonra Yörüğün keçi sürüsünü telaşlı telaşlı sürdüğünü görürler ve:
— Çoban emmi nedir bu telaş?” derler. Yörük Çoban:
— Efendiler! 3-4 saate varmaz şiddetli yağmur gelecek. Biran evvel kotaraya varmak dilerim. Sizinde çadırlar aynı yerdeyse onları hemen sökün aha şu yan bayıra kurun. Siz ve eşyalarınız telef olmayın.” dediğinde mühendisler istihza ile çobana gülerler ve:
— Sen telaş etme emmi. Biz Meteorolojiden rapor aldık. Bir hafta yağış değil tık yok.” derler. Yörük Çoban aynı telaşla hareket ederken:
— Benden söylemesi arkadaşlar. Gayrısını siz bilirsiniz!” der çeker gider. Gerçekten de dört saat sonra öyle bir yağmur yağar ki? Seller sular olur, mühendisler canlarını zor kurtarır. Çadırları, malzemelerini de sel alır götürür. Sabah olduğunda canlarını zor kurtaran ve ölümden dönen iki mühendis ortak:
— Eşeğin yol, keçi çobanı yörüğün Meteoroloji Mühendisi olduğu yerde bize lüzum yoktur!” diye istifa dilekçesi yazarak işten ayrılır ve memleketi terk ederler.
Reşat Nuri Güntekin, Ömer Seyfettin’e ve insanımızda derin bir irfan bulduğunu söyleyen Zarhi adında Rus bir yazara âtıf yaparak: “Ömer’in ve Zarhi’nin sözlerini burada bir kere de, ben tekrar edeceğim. Anadolu âlim değildir fakat âriftir. Kolay tesir altında kalmaz; vakâlar karşısında öyle sağlam mantığı, öyle umulmaz sezişleri vardır ki insanı hayrette bırakır.” der.
İrfân savaşında en yüce sancak,
Ezelden ebede, ilimdir ancak.
Nesilden nesile, servet sunacak;
Kültür köprüsünü kurabildik mi?
Cehâlet denilen, bir kanser türü,
Diyor ki; “Hedefim, Îslâm kültürü”.
O habîs ellerden, kara mühürü,
İlim silahıyla alabildik mi?
İlim kapısı geniş, irfan kapısı dardır;
Bir insanın değeri; düşündüğü kadardır.” diye tarif eder Cengiz Numanoğlu’da ilim ve irfânı. Nedîm ise:
“Murâdın anlarız ol gamzenin iz’ânımız vardır.
Belî söz bilmeziz ammâ biraz irfânımız vardır.” (O süzgün yan bakışın amacını anlarız; çünkü kavrama gücümüz vardır. Evet, söz bilmeyiz ama söyleneni anlamada biraz irfânımız vardır.) diye irfânın ne demek olduğunu anlatır bizlere.
Gönül erlerinin temsil ettiği irfan geleneği; dinî hayatın görünen kısmını değil metafizik tarafını; yani görünmeyen kalbî ve ruhi boyutunu ifâde eder.
Bilmek, tanımak ve ikrar etmek anlamına gelen “irfan” ve “mârifet” kelimeleri ilimle eş anlamlı kullanılmakla birlikte aralarında farklar vardır. İlim, genel bilgileri, mârifet ve irfan ise özel ve ayrıntılı bilgileri ifâde eder. İlmin karşıtı cehl, mârifet ve irfanın karşıtı ise inkârdır. Bu sebeple ilim kelimesi mârifet ve irfânın yerini tutmaz. Mârifet bilgidir; ancak yaşanılan, his ve duygu ile sezilen irfâni bilgi ve tanımayı ifâde eder. İlim, daha geniş bir alanı, nazar ve istidlâl yoluyla öğrenilerek elde edilen her türlü bilgiyi kapsar.
Marifet ve irfanın başlangıcı ilimdir. Nitekim arifler, “ilimsiz mârifet muhâl, mârifetsiz ilim vebâldir” demişlerdir.
İrfan ehli; “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (51/56.) meâlindeki âyette geçen “ibâdet etsinler” ifâdesini, “beni tanısınlar” şeklinde yorumlamışlardır. Nitekim Yenişehirli Avnî şöyle der:
“Sanman taleb-i devlet û câh etmeye geldik,
Biz âleme bir yâr için âh etmeye geldik.” derken;
Sıkılma bezme gel bî-gâne yok dâ’vetlimiz ancak,
Nedimâ bendeniz bir dâhi sultanımız vardır.” (Sıkılma, meclise gel. Aramızda yabancı yok. Dâvetlimiz olarak sâdece ben Nedim kulunuz bir de siz sultanımız vardır.” der Nedim.
Âsâr-ı Gönül de der ki:
“Halkın sezgisiyle bilimin aklı karşılaştığında, hakîkatin yolu eşeğin izinden geçebilir.
Modern ölçüm cihazlarıyla donanmış mühendisler, bir Yörük’ün eşeği kadar isâbetli karar veremeyince, irfanın ne olduğunu yeniden düşünmek gerekir.
İlimle yol arayanlar, bâzen irfânla yön bulur; çünkü gönül gözüyle görülen, akıl terâzisine sığmaz.
İlim okyanustur, irfân derinlik; kimisi yüzeyde yüzer, kimisi derine dalar.
Eşeğin iziyle yol bulan, gönül gözüyle yön bulur.
Âlim bilir, ârif anlar.”
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
Hâsıl-ı Kelâm!
“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...