ŞEYTANLA AYNI YOLDA OLMAK!

Açlık… Kimi zaman bir karın gurultusu, kimi zaman bir vicdânın haykırışıdır. Bu hikâyede de, bir armut yalnızca bir meyve değil; hırsın, korkunun, adâletin ve merhametin kesiştiği bir imtihandır.

Yoksul adam, açlıktan ve bitkinlikten öyle bir hâle gelir ki, dayanamayıp bir armut çalar. Yakalanır, cezalandırılmak üzere imparatorun huzuruna çıkarılır. İmparatoru görünce:

— Değerli Efendim, çok açtım. Dayanamadım, çaldım ve yedim. Ne olur affedin! Eğer beni affederseniz, size paha biçilemez bir armağanım olacak!” der. İmparator alaycı bir tavırla:

— Senin gibi birinde bana verecek paha biçilemez ne olabilir ki?” diye karşılık verir. Yoksul adam, avucundaki armut çekirdeğini göstererek:

— Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün içinde altın meyveler veren bir ağaç yeşerecek!” der. İmparator kahkahayla:

— Ek o zaman! Altın meyveleri görünce affederim seni!” der. Adam:

— Haşmetlim, ben bu tohumu ekemem. Çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu ancak ömründe hiç çalmamış, kimseye haksızlık yapmamış, yalan söylememiş, alavere dalavere bilmeyen, kul hakkı yemeyen biri ekebilir. Aksi hâlde tohumu eken, tarif edilemez acılarla hayatını sonlandırır. Bu sebeple bu çekirdeği ancak siz ekebilirsiniz,” der. İmparator irkilir, yüzü asılır. Bir süre düşündükten sonra hırçın bir sesle:

— Ben imparatorum, bahçıvan değilim! O tohumu vezir eksin,” der. Yoksul adam tohumu vezire uzatınca vezir telaşla:

— Efendim, ben ekim işinden anlamam. Tohumu ziyan ederim. Bence hazinedârbaşı eksin,” der. Hazinedârbaşı da bir bahâne bularak görevi başkasına devreder. Oradaki herkes, sudan sebeplerle tohumu ekme görevinden kaçar.

İmparator, doğan sessizlikte başını öne eğer. Ardından vezire, hazinedârbaşına, diğer görevlilere sert sert bakar ve:

— Hadi bakalım! Bu hırsız bahçıvana, tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim,” der. Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adama atar. Bunun üzerine orada bulunan herkes cebinden birer altın çıkarıp adama verirler. Sonra imparator gülerek:

— Git artık babalık! Bugünlük bu ders hepimize yeterde artar,” der. Ortalığın toz duman olduğu şu günlerde, o tohumu ekecek temiz biri var mı sizce? Sâhi o tohum bana veya size verilseydi ekebilir miydik? Dürüstçe herkes kendi cevaplasın vicdanında...

Mısır’ın büyük âlimlerinden Şeyh Şa’râvî, heyecanlı gençlerden biriyle tartışırken ona şöyle bir soru sorar:

— Delikanlı sana göre İslâm ülkelerinden birinde bir gece kulübünü havaya uçurmak helâl mi, haram mı?” Genç heyecanla:

— Elbette ki helâldir! Onları öldürmek câizdir,” der. Şa’râvî sorar:

— Pekî,onlar Allah’a karşı günah işlerken siz onları öldürürseniz, nereye giderler?”

— Cehenneme,” der genç.

— O zaman, şeytan onları nereye götürmek istiyor?” der Şa’râvî. Genç:

— Tabii ki cehenneme.” der. Şa’râvî:

— Öyleyse siz, şeytanla aynı hedefi paylaşıyorsunuz. Onun da amacı insanları cehenneme götürmek değil mi?” der. Ve şu hadîsi hatırlatır:

Bir Yahûdî cenâzesi geçerken Resûlullah (s.a.v.) ağlamaya başlar. Sahâbîler sorar:

— Seni ağlatan nedir, yâ Resûlallah?”

— Bir can kayboldu… Fırsatı kaçırdı, ateşe gidiyor,” buyurur. Şa’râvî son olarak:

— İnsanların hidâyeti ve ateşten kurtuluşu için koşan Peygamberimiz ile sizin aranızdaki farkı iyi düşünün. O başka bir vâdide, siz başka bir vâdidesiniz!” der ve unutulmaz bir ders verir.

Ziyâ Paşa’nın şu beyti sanki bu kıssaya mühür gibi düşer:

“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh;

Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah.”

Cenâb-ı Hak, yaratılmışların en şereflisi kıldığı insana sayısız nimet lûtfetmiştir. Akıl sayesinde, insan doğruyu yanlıştan, hakkı bâtıldan ayırma yetisine sahiptir. Tabiatı gereği toplumsal bir varlık olan insan, huzurlu bir hayat için birtakım ahlâkî ilkelere muhtaçtır. İslâm’ın sunduğu bu ilkeler arasında en önemlileri adâlet ve doğruluktur. Bunlar olmadan toplumun düzeni bozulur, güven sarsılır.

İslâm ahlâkında doğruluk, sâdece bireysel değil toplumsal bir yükümlülüktür. Cenâb-ı Hakk, “Sen, berâberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hûd,/112) buyurarak doğruluğun kolektif yönüne işâret eder. Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurur: “Tehlike bile görseniz doğruluktan ayrılmayın. Zîrâ kurtuluş, doğruluktadır.”

Dürüstlük, insan onurunun ve sağlam toplum yapısının temînâtıdır. Necip Fâzıl’ın dediği gibi: “Dürüst olmaktan korkma! Kaybedeceğin en fazla, yanlış insanlar olur.”

Âsâr-ı Gönül de der ki:

“En büyük hırsız, bir milletin umudunu çalandır.

En sarsılmaz kale, dürüstlüğün duvarlarıyla çevrilidir.

Doğruluk, bâzen dikenli bir yoldur ama sonu her zaman huzurla biter.”

Elbette anlayana… Anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm:

“Ölenler ölümü bilmez; ölüm, kalanların hikâyesidir. Yol elif ise, yön bellidir… Herkes, kendi tercihiyle kendi hayatını yaşar. Söz meclise, kıssa ise gönle dokunur… Söz uzar, kesmek gerektir vesselâm.”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...