Söz, gönülden dökülen bir aynadır; bâzen yüceliği gösterir, bâzen de saklı kusurları…
Konuşmak mı dediniz? Hayır efendim, o çok riskli bir şey. Zira susarken hikmetle anılan, konuşunca cehâletiyle tanınan nice kişi vardır. Sükûtuyle Bilge, Sözleriyle Câhil.
Vaktiyle Mısır’da, suskunluğuyla meşhur bir sûfî yaşar. Tebessümüyle çevresinde halkalar oluşur, herkes onun derin bir hikmet sahibi olduğuna inanır. Ne de olsa konuşmayanın akıllı sanıldığı zamanlardır. Bir gün sûfî kendi kendine der ki:
— Herkes gelip sorular soruyor, ben ise tek kelime etmiyorum. El âlem beni bilge sanıyor. Ama ilim susmakla değil, konuşmakla belli olur. Artık suskunluğumu bozmalıyım.” Fakat ne Hz. Ömer’in şu sözü aklına gelmez: “Dili muhâfaza etmekten daha iyi dost görmedim...” Ne de Hemingway’in şu uyarısı: “Konuşmayı öğrenmek iki yıl sürer; susmayı öğrenmek altmış yıl…” Ve konuşur.
Ne zaman ki kelâm başlar, hikmet bekleyen kalabalık dağılmaya başlar. Sözleri, hikmetin sesine değil, sığ bir benliğin yankısına dönüşür. Sessizliğiyle edindiği itibar, kelimeleriyle bir bir dökülür. Bir zamanlar “Ne mübarek zât!” diyenler, şimdi “Ne umduk, ne bulduk!” diye hayıflanır. Sûfî, hayal kırıklığını yüklenip şehri terk ederken tekkenin duvarına şu satırları yazar: “Güzelliği kendimde sandım, perdenin ardına geçtim. Meğer perdeymiş beni örten... Ben de kendimi bilgili sanmıştım; konuştum, rezil oldum. Bil ki: İnsan sükûtu ile değer bulur. Susmayan câhil, rezil olur.”
Zamanın İran’ında bir topluluk kurulur: Suskunlar Meclisi.
Üye sayısı 30’dur, artırılmaz.
Şartı nettir: Çok düşünmek, az konuşmak.
Ünlü şâir Molla Câmî bu meclise girmek ister. Bir üye vefat ettiğinde hemen köşke gider, adını bir kâğıda yazıp gönderir. Cevap semboliktir: Su dolu bir bardak... “Yerimiz yok; bir damla daha düşse bardak taşacak.” Molla Câmî, ince bir zekâyla cevap verir: Bir gül dalından kopardığı yaprağı bardağın üzerine bırakıp geri gönderir.
Bardak taşmaz…Yaprak bardağın üzerinde dans ederken, bir damlanın zarafetle yerini aldığı görülür.
Zekâ ve zarâfet birleşince kapılar açılır.
Meclis Başkanı, üyelik sayısını gösteren “30” rakamının başına bir “0” ekler:
“300 – Seninle birlikte meclisin kıymeti on kat arttı.”
Molla Câmî ise tevâzuyla cevap verir, sıfırı sona silip başa alır:
“030 – Ben sizin yanınızda solda sıfırım…”
Kelâm, gönül terbiyesinden süzülmedikçe susuşun gölgesinde kalmalıdır...
Sükût, âlime heybet kazandırır; câhile perde olur.
Eğer âlimsen çok konuşarak o heybeti yitirme, câhilsen perdeni açıp kendini rezil etme.
Her söz ihtiyaç değildir; bâzen susmak en güzel cevaptır.
Necip Fâzıl’ın dediği gibi:
“Susmak, kabullenmek değil; cevaptır.
Eğer insan kısa cümleler kuruyorsa, uzun yorgunlukları vardır.”
Mehmet Âkif ise:
“Konuşmak bir mânâ ise, susmak binbir mânâdır.
Herkes konuşur; lakin sükût, yürekli olana yakışır.” der.
Ve elbette sözlerin sultanı Resûlullah (s.a.v.): “Allah’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.” buyurur.
Âsâr-ı Gönül de der ki:
“Bâzen, sesini âleme haykırmak istersin;
Lâkin ne kelâm yeter, ne lisân.
O vakit anlarsın ki, en hikmetli söz, sükûtla söylenir…
Çünkü, bâzen bir susuş,
Bin cümleye bedeldir;
Zîrâ, en gür ses
Bâzen en derin sessizliktir.
Kalbinin attığı yerde
Dilsiz bir duâ yükselir göğe;
Ve susan yürek
En çok o zaman konuşur…”
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
Hâsıl-ı Kelâm!
“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...