Baba ile kız ormanda yürüyüşe çıkarlar. Kız o gün çok dalgın ve sessizdir. Öğleye doğru okuldan döner ama ne annesi ne de babasıyla tek kelime etmemiştir. Bir süre yürüdükten sonra kız babasına:
— Baba, ben çirkin miyim?” diye sorar. Baba, kızının suskunluğunu bozup konuşmak istemesine sevinir ve:
— Hayır kızım, sen nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri?” der. Kızı:
— Bugün sınıftaki bir kız arkadaşım bana ‘Sen çok çirkinsin!’ dedi.” der. Babası:
— Şimdi anladım. Pekî, sen kendini çirkin buluyor musun?” der. Kızı:
— Hayır, ama geçenlerde başka bir çocuk da bana ‘Aptal!’ demişti.” der. Babası:
— Of, off, o çocuk da çok kabaymış ama sen aptal olduğunu düşünmüyorsun değil mi?” der. Kızı:
— Elbette öyle düşünmüyorum ama bazen içimden ‘ya doğruysa’ diye sormadan edemiyorum.” der. Baba ve kız bunları konuşurken, bir gölün kenarına varırlar ve kendilerine uygun bir yer bulup otururlar. Kız önce durgun sudaki yansımasına bakar, sonra da çantasından çıkardığı tarağıyla saçlarını taramaya başlar. Biraz önce şikâyet ettiği şeyleri sanki unutmuş gibidir.
Bu arada baba, elini suya sokar, sağa sola hareket ettirir ve su bulanmaya başlar. Kız sudaki yüzünü göremez olur. Döner babasına bakar ama babası, hiçbir şey olmamış gibi uzakları seyretmektedir.
Su tekrar eski hâline dönüp, berraklaştığında kız, tekrar suya eğilip saçlarını taramaya devam eder. Tam bu sırada baba, tekrar elini suya batırıp yine suyu bulandırır. Gölün dibindeki toprak suyla karışır ve kız yine kendini göremez olur. Şaşkınlık ve öfkeyle başını kaldırıp babasına bakar. Babasının neden onu rahat bırakmadığını anlamaya çalışır. Bu durum birkaç kez tekrarlayınca babası kız, kaşlarını çatar ayağa kalkar ve:
— Baba yaaa… Neden bunu yapıyorsun? Ben ne güzel suya bakıp saçlarımı taramak istiyorum ama sen sürekli suyu bulandırıyorsun.” der. Babası:
— Ne o, yoksa rahatsız mı oldun?” der. Kızı:
— Evet oldum, hem de çok! Sen öyle yapınca, kendimi göremiyorum ve saçlarımı tarayamıyorum.” der. Babası:
— Pekî, ben bulandırmadan önce su nasıl görünüyordu?” der. Kızı:
— Nasıl olacak, elbette hârika görünüyordu... Bir… bir… Evet, evet, tıpkı bir ayna gibi…” der. Babası:
— Evet kızım haklısın, bence de kesinlikle aynaya benziyordu. Şimdi şöyle düşün lütfen; gölün bu sâkin, bulanmamış ve çamurlaşmamış hâli sensin, senin özün. Suyu bulandıran bu elim de senin hakkında olumsuz yorumlar yapanlar, kötü sözler söyleyenler.” der. Kızı:
— Ne? Nasıl? Baba, doğrusu söylediklerinden pek bir şey anlamadım.” der.
Güzel fikirler güzel biçimlerle ifâde edilmelidir. Ziyâ Paşa lâfla peynir gemisi yürütenleri, iş değil lâf üretenleri, boş teneke gibi çok ötenleri eleştirir ve kızın babası bunları düşünerek:
— Dinle güzel kızım. Suyun en berrak ve en temiz hâli senin özündür, kalbin ve aklındır. Sen eğilip, özüne dikkatli bakarsan, içindeki güzellikleri daha iyi görürsün hatta herkesten iyi sen görürsün ama sen tutup da birilerine seninle ilgili kötü yorumlar yapmalarına, hükümler vermelerine, hakâret etmelerine ve seni yönlendirmelerine izin verirsen, senin suyunda bulanmaya başlar, özün huzursuz olur. Onların olumsuz eleştirileri ve kötü sözleriyle bulanan özünü bir süre sonra sen de göremez olursun. Sonra, kendini göremedikçe afallar, kaygıya kapılıp ne yapacağını bilemezsin ve en kötüsü de bu insanların söylediklerinin doğru olduğuna inanmaya başlarsın.” der.
“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde…” (Onlar ki dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hânelerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.) Ne yazık ki bu tip insanlara her yerde rastlamak mümkün. Lâfa gelince mangalda kül bırakmayan, en alttan en üste kadar herkesi eleştiren nice insan vardır ki çoluk çocuğuna söz geçiremez, evinde bir huzur ve düzen sağlayamazlar. Kızın gözleri parlar ve yüzüne bir gülümseme konar:
— Evettt... Sanırım şimdi anladım babacığım. Onlar geliyor ve benim suyumu bulandırıyorlar. Eğer buna izin verirsem, saçlarımı tarayamam, yüzümü göremem, kendimi sevemem ve mutlu olamam.” der. Babası:
— Kesinlikle bu kızım. Âferin sana.” der. Baba ile kız birbirlerine sarılırlar. Kız yeniden suya bakarken, baba sessizce elini uzatır ve kızının saçlarını taramaya başlar ve:
— Eve döndüğümüzde, tırnaklarıma oje de sürer misin baba?” der kız. Babası:
— Hımm... Ben de sana süreyim baba diye tutturmazsan, elbette olur kızım, sürerim.” diye gülerler.
Akşam eve dönerken kız, yol boyunca babasının söylediklerini düşünür. Ön yargılar, yalanlar, hakâretler, hor görmeler, âmir olmalar, emir vermeler, birilerinin adına kararlar almalar… İşte bütün bunlar yüzünden pek çok insan kendine yabancılaşır, özünü kaybeder ve bulanık sularda özlerini göremez olmuşlardır. Kız; “Babam haklı. Her insan kendi gölünü korumalı, suyunun bulandırılmasına izin vermemeli. Çünkü kendi gölüne sahip çıkamayan, başkalarına damla bile olamaz.” der kendi özüne. Özü kızın böyle düşünmesine çok sevinir.
— Seni çok seviyorum babaaaa!” der. Babası:
— Ben de seni çirkin ve aptal kızım, ben de seni çok seviyorum.” der. Kız kahkaha atar ve:
— Hiiiç boşuna uğraşma baba, asla suyumu bulandıramazsın.” der. O an, kızın belleğinde en özel anı olarak kalır ve ertesi gün onun için yepyeni bir başlangıç olur. Berrak, temiz ve çok özel.
“Allah’a tevekkül edenin yâveri Haktır,
Nâşad gönül bir gün olur, şâd olacaktır…” (Allâh’a inanıp kaderine sabırla râzı olanların yardımcısı Allah’tır, mutsuz gönüller bir gün elbet mutlu olacaktır.) der yine Ziyâ Paşa.
Âsâr-ı Gönül de der ki:
“İnsan, gönlünün gölünü koruyamadığında, başkalarının çamuru yüreğine bulaşır. Oysa öz berraksa, söylenen her şey yalnızca ses olur; yankı bulmaz…”
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
Hâsıl-ı Kelâm!
“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...