Erdebil’de okunu sapan demirinden geçiren demir pençeli bir yiğit yaşar. Kepenkli biri çıkagelir onunla dövüşmek için. Korkusuzluğu ve gücüyle dünyayı yıkabilecek biridir. Omzunda yaban eşeğinin derisinden bir kement taşır. Erdebil’li adamı görünce yayını gerip onlarca ok fırlatır fakat birini bile tutturamaz. Adam Rüstem gibi atılır kemendini atar ve Erdebil’liyi kıskıvrak yakalar ve çadırına götürür. Kanlı bir hırsızmış gibi ayaklarını boynuna bağlar. Erdebil’linin gözüne uyku girmez utancından. Sabah Kepenkli’nin adamlarından biri:

▬ Okla demiri delen bir cengâverdin sen Kepenkli’ye nasıl yenildin?” diye sorar. Yanağından yaş süzülür Erdebil’linin hüzünlenir ve:

▬ Eceli gelenin artık yaşayamayacağını bilmiyor musun?” der. Rüstem’e karşı savaş dersi verebilecek biriydim. Bahtımın kolları güçlüyken kalın demir oka keçe gibi geliyor. Şimdi ikbâl yok avucumda, uçup gitti. Bu yüzden okumun karşısında keçe demirleşiyor ve delinmez oluyor.

Ecel gelirse kargı zırhı delermiş. Eceli gelmeyenin gömleğinden hiçbir kargı geçemez. Ecelin kılıç çektiği kimse kat kat zırh giymiş olsa bile çıplak sayılır. Zamanın kendisine arka çıktığı, tâlihi yâver kişiye ise çıplak iken satır vursalar işlemez. Bilgin ne kadar çalışırsa çalışsın ecelden canını kurtaramaz, ömrü olan câhil de ne denli önemli davranırsa davransın ölmez.

            Ey nefis!

Eğer bütün bu söylenenleri biliyorsan ve bunlara inanıyorsan, sana ne oluyor da amellerini hep yarınlara erteliyorsun?

Oysa ölüm orada bekliyor ve belki de hiç fırsat vermeden alıp götürecek seni! Ecelinin şimdi gelmeyeceğini nereden biliyorsun?

Tut ki, ömrünün sonunda göstereceğin gayret seni kurtaracak ve yüksek derecelere ulaştıracak. Ama belki de bugün son günündür!

O zaman neden böyle boş ümitlerle oyalanıyorsun? Diyelim ki ölümünün ertelendiği yolunda sana ilham geldi; hazırlığını şimdiden yapmana ne engel var? Sonraya bırakmana sebep nedir?

Ey nefis!

Artık Mevla’ndan başka gideceğin yer, isteyeceğin kapı, yardım dileyeceğin kimse yok; O’ndan başka kaçıp sığınacağın ve kurtulacağın makam yok! O’na sığınıp yalvar! Cahilliğin ne kadar fazla, günahların ne kadar çoksa yakarışın da o kadar güçlü olsun. O Allah yakaran zavallıya merhamet eder; coşkuyla isteyene yardım eder; zorda kalanın sesine kulak verir. Hayatın kalitesi büyük oranda bize bağlıdır. Vücut emanetini nasıl kullandığımız hem sorumluluk hem de saadetimizle ilgilidir. Maddi ve manevi açıdan hesabı verilebilir bir hayat yaşadıktan sonrası bizim irademizin dışındadır. Der Şirazlı Sâdi.

Korkularımız kâbusumuz olmamalı…

Ölüm korkusu cennete daha çok hazırlanmaya vesile olmalı…

Dünya hayatımız bir akşam ya da kuşluk vakti kadarken, âhiretimiz sonsuz ve sınırsızdır.

Ahiretin tarlası olan dünyadan ayrılma zamanımızı tayin eden Allah’tır.

Evet, “Hasta olan değil, eceli gelen ölüyor.”

Rabbim sağlıklı, huzurlu ve rızâsını kazandığımız bir hayat nasip eylesin…

Günler, aylar, yıllar su gibi geçiyor. Zaman hepimiz için mukadder olan sona doğru akıp gitmektedir. Biz hayatımızın farklı dönemlerine hızla adım atarken ömür sermâyemiz de her geçen gün tükenmekte. Bakınız, ölüm gerçeği karşısında Yunus’umuz, tendeki canımızı nasıl tasvir etmekte:

Vaktinize hazır olun, Ecel vardır gelir bir gün.

Emânettir kuşça canın, Sahip vardır alır bir gün. Veya Hafız-ı Şirâzi’nin dediği gibi:

Yâdında mı doğduğun anlar, Sen ağlardın gülerdi âlem,

Öyle bir ömür sür ki mevtin, Olsun sana hande, halka mâtem…

“Doğduğun günleri hatırlıyor musun?  Sen dünyaya gözlerini açarken ağlıyordun ya, hatırlar mısın? Sen çığlık çığlığa ağlarken çevrendeki herkes de bir yavrumuz geldi diye gülüyorlardı sevinçle. Mâlum ömür hızla geçiyor; öyle bir ömür yaşa ki sen giderken gül, etrafındakiler öyle güzel bir insanı kaybettik diye ağlasın.”

Dünya hayatı, her canlı için fânidir.

Nefeslerimiz sayılıdır. Buna rağmen insanoğlu sahip olduğu nice değerleri bilinçsizce tüketmekte, nice yozlaşmalara maruz kalmaktadır. Ebedi âlemi kazanmak üzere bahşedilen ömür sermâyesi nice sorumsuzluklara, israflara, hoyratça kurban edilmektedir.

Oysa ömrün her bir günü, her bir saati, her bir dakikası hatta her bir anı kazanıma dönüştürülmelidir. Şüphesiz kazanımlarımız da sâlih amellerimizdir. Zîrâ dünyadan ukbâya tevârüs edeceğimiz yegâne varlığımız, yararlı işlerimiz ve güzel amellerimizdir.

Selâm ve duâ ile…