Tecrübeli dilenci, çırağını eğitirken birlikte hamama giderler. Hamamda yıkanırlarken tecrübeli dilenci çırağına üç nasîhatte bulunur:

▬ Bak evlâdım! Dilenmenin üç temel kuralı vardır. Bu üç kuralı öğrenip benimsersen bundan sonra sen de bu işi kendi başına yapabilirsin.” der.

▬ Nedir onlar efendim?” der çırak. Tecrübeli dilenci şöyle sıralar:

▬ Bir, kim olursa olsun, isteyeceksin! İki, nerede olursa olsun, isteyeceksin! Üçüncü kural da ne verirlerse versinler, alacaksın! Bunları iyi kavra, bundan böyle sen de yalnız başına dilenebilirsin!” der. İşlerini bitirip tam hamamdan çıkmak üzere iken çırak dilenci, ustasına elini uzatır ve:

▬ Efendim, şu fakire bir sadaka verseniz.” der.

▬ Benden de mi evlâdım?” der tecrübeli dilenci. Çırak:

▬ Efendim birinci kural: Kim olursa olsun, isteyeceksin.” diye öğretmiştiniz.

▬ İyi de evlâdım burası hamam?” der ustası ama çırak:

▬ Evet ama efendim ikinci kural: Nerede olursa olsun, isteyeceksin.”  der. Usta:

▬ Evlâdım, burada sana hamam tasından başka verebileceğim bir şey yok ki!” dediğinde usta, çırak:

▬ Üçüncü kural efendim: Ne verilirse verilsin alacaksın demiştiniz.” der. Kapitalist yaşam tarzı; insana nerede olursa olsun, kim olursa olsun, ne olursa olsun tüketmeyi, sadece ama sadece tüketmeyi, yiyip-içip devamlı biriktirmeyi tavsiye ediyor maalesef… Gelsin de nereden gelirse gelsin. “Haram-helâl ver Allâh’ım, senin kulun yer Allâh’ım!” mantığıyla… Devlet hakkı var içinde, hiç önemli değil, kamu malı var önemli değil, kul hakkı var o hiç önemli değil… Konuyla alakalı Necip Fâzıl:

“Tövbe kapısı açık dediysek, yeni günahlara koşman mı gerek?

İster bilerek ister bilmeyerek, birde kul kakkı var unutmaman gerek!” der beyitlerinde.

            Nasıl gelirse gelsin. Böyle bir anlayış olabilir mi? Allâh (c.c.) fâiz yemeyi “Allâh’a ve Rasûl’üne harb açmak” olarak nitelendiriyor. “Aldatarak mal ediniyor, aldatarak insanı kandırırarak kazanıyorsun ancak önemli değil” mantığı… Yeter ki cebim dolsun, kasamda param biriksin, hesâbımdaki malım çoğalsın anlayışıyla hareket ediliyor maalesef. Bile bile şu kursağımızdan aşağıya bir lokma haramın geçmesi, ateşi yutmaktan daha kötüdür. Yâni kor ateşi yutmak, haramı yemekten daha hafiftir. Kur’ân-ı Kerim’de: “Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar; zâten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (4/10) buyurulur. Allâh (c.c.), sâdece ve yalnızca helâlden kazanmayı, sadece ve yalnızca helâl yerlere harcayabilmeyi bizlere nasîb eylesin. (Bizi Kim Beğenecek)

Üstâd Necip Fâzıl’a sorarlar:

▬ Ne var ne yok?” Üstâd cevap verir:

▬ Kâğıt yok, fikir yok, bilgi yok, sanat yok, gâye yok, hamle yok, okuyucu yok. Camekânlarda çeşit çeşit mecmuâ var, Allah ﴾cc﴿, var, kitap var, tarih var, anâne var, mahkeme var, âile var, mektep var, ruh var, ama ahlâk yok. Ahlâkın olmadığı yerde insanlık yok. Ahlâkın bittiği yerde medeniyetler yok olmuş, insanlık karanlığa yuvarlanmıştır. Onun için her şeyin başı önce ahlâk ve mâneviyattır. Ahlâki hâmideden mahrum milletlerin ilânihâye yaşadığı görülmemiştir. Ahlâksızlık milletlerin inhidât sebeplerindendir. Ahlâk hem nurdur hem de kuvvettir. Zîrâ, insan ahlâkı sâyesinde temâyüz eder, saygınlık kazanır, îtibar görür.” Üstâdın sıradan bir ne var ne yok sorusuna verdiği cevap bile onun ne denli üstâd olduğunu bizlere açık şekilde gösteriyor.

Seni tanımak, tanıyıpta feyz almak bana da nasip olsaydı keşke,

Ah üstâd, müsvetten olmak vardı o vakit, şiirine yahut beyitine!

İstanbul’un Fethi için Sultan Mehmet ordusunu hazırlar ve yola çıkar. Trakya’da Çatalca yakınlarında yaşlı bir pîrî fânî Sultan’a:

Sultan Mehmet! Nereye gidiyorsun?” der. Sultan Mehmet:

İstanbul’u fethe gidiyorum beybaba...” der. Pîrî fânî:

Sultan Mehmet! İstanbul’u fethedecek askerin ehl-i Kur’ân olması gerekir...” demesi üzerine Sultan:

Beybaba! Benim askerlerimin hepsi ehl-i Kur’ân’dır...” cevabını verir. Yaşlı adam:

Öyleyse imtihan gerektir Sultan Mehmet!” der. Sultan Mehmet bağlar arasında ordugahını kurar bir hafta bekler, hafta sonu orduya hareket emri verilir. Harekât sırasında:

Padişahımız rahatsızlandı. Şifâsı üzümdür. Yanında üzüm olan varsa getirsin, devâ olur, şifâ bulur inşallah...” diye tellal çıkarılır. Kimseden ses çıkmaz. Bütün askerlerin torbaları aranmasına rağmen torbalarında bir salkım üzüm bulunamaz. Bunun üzerine Piri Fâni:

Ey Mehmet! Fetih sana müyesserdir. Fethin mübârek olsun...” der ve “Sefer sizden, zafer Allah’tan!” diyerek orduyu duâlarla sefere uğurlar. Necip Fâzıl:

“Haram kazanılan aş, aştan sayılmaz...

Hak için akmayan yaş, yaştan sayılmaz.

Kişi, başım var diye övünmesin;

Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.” beyitleriyle hâlimizi ne güzel anlatır. Başka bir beytinde de:

“Helal ile beslersen çocuğunu, hürmet ile öder borcunu,

Haram ile beslersen o’nu, hakâret ile öder borcunu.” der üstâd.

UNUTMAYIN! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam...

            Selâm ve duâ ile…