Hepiniz bilirsiniz ve takdir edersiniz ki;

Yazarlar toplumun aynasıdır. Yazar, yazar olmanın sorumluluğunu taşıyarak, yazacağı konuyu tüm detayları ile sosyolojik ve objektif açıdan ele aldıktan ve eleştirel bir süzgeçten geçirdikten sonra yazar.

Bizim derdimiz birilerini rahatsız etmek değil, bizim derdimiz yaşanan sorunları üslubuyla dile getirmek, insanların duygularına tercüman olmak.

Düşünüyoruz, okuyoruz, görüyoruz fikir sahibi olup yazıyoruz…

Herhangi birinin kalbi kırılacak, alınacak, incinecek diye hiçbir şey yazmayalım o zaman!

Yazdıklarımız zülfüyâra dokunuyormuş, dokunursa dokunsun. Bir köşe yazarı olarak değil de bu şehrin bir evladı olarak doğruya doğru, yanlışa da yanlış diyebilme yürekliliğini, cesaretini kendimizde göremiyorsak eğer, kalemi elimize almayacağız.

Elbette hataları eleştireceğiz!

Eleştireceğiz ki, gelişeceğiz.

Eleştireceğiz ki, koruyabileceğiz.

Eleştireceğiz ki, daha iyisine layık olacağız.

Eleştireceğiz ki, daha güzele ve iyiye gideceğiz.

Eleştireceğiz ki, kaş yapalım derken göz çıkarmayacağız.

Herkes görevini layıkıyla yapsın, bizde eleştirmeyelim.

Hata yapan eleştirilir, ödüllendirilmez

Hata yapmayalım ki, eleştirilmeyelim

Eleştiriliyoruz diye de kimseye kin gütmeyelim…

Bizim yazılarımızda, yazdıklarımızda okurlarımız tarafından zaman zaman eleştiriliyor, ancak bizi eleştirdiler diye kimseye kin gütmüyoruz, bilakis ders çıkarıyoruz. Hatalarımızdan ders çıkarırsak başarıya ulaşırız.

Eleştiri belki güzel bir şey değildir ama gereklidir, toplum tarafından kabul görmeyen hakikatten uzak ve yanlışları, doğal olarak eleştireceğiz.

Zaman zaman zülfüyâra dokunacağız, yerine göre etliye de sütlüye de karışacağız velhasıl; suya sabuna dokunacağız, aksi halde kirli oluruz.

Niyetimiz kimseyi kırmak değildir...

Kaleme aldığımız, yazdığımız yazılar belki zülfüyâra dokunur, birilerini rahatsız eder,

cıncıkçı katırlarını ürkütür diye, yanlışları söylemeyelim, yazmayalım eleştirmeyelim de tebrik mi edelim.

Her şeyden nem kapar, alıngan olursak, her sözün altında başka manalar ararsak, bir arpa boyu yol alamayız. Tıpkı aşağıdaki kıssadan hisse de olduğu gibi.

İnce, hassas bir konuya “Zülfüyâra Dokunmak” böyle bir şey demek ki!

“Bir aşığın sevgilisi çok alıngan ve her sözün altında başka manalar arayan evhamlı bir güzelmiş. Güzelliği eşi bulunmaz derecede göz kamaştırıcı olmakla beraber, evham ve alınganlığı da güzelliğinden daha üstün ve çekilmez durumdaymış.

Yüzünün iki tarafından sarkan zülüfleri varmış. Aşık delikanlının en çok hoşuna giden de bu zülüflermiş. Bir gün onları bukle bukle, sarkan ipeklere benzetecek olmuş, güzel gücenmiş:

“Demek benim zülüflerim ipek telleri gibi cansız ve ruhsuz geldi sana öyle mi…” diye sitem etmiş.

Genç aşık bir gün sevgilisiyle bahçede gezerken, hırçın ve hoyratça esen rüzgara kızmış benin sevgilimin zülüflerini dağıtıyorsun” diye söylenmiş. Nazlı güzel bunda da bir mânâ bulmuş:

“Anlıyorum, sen rüzgârı bahane ederek benim dağınıklığımı yüzüme vurmak istiyorsun. Saçlarımı ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun” demiş.

Zavallı aşık artık o hale gelmiş ki, “ne desem zülfüyâra dokunuyor” diyerek, zülüf sözünü ağzına alamaz olmuş.”

 

Arada bir zülfüyâra dokunmak iyidir. Asıl kötü olan her zaman beğenilmektir.

Dokunun, çekinmeyin bence...

Bırakın dokunsun birilerine.

Bu vesile ile mesleğini onurla icra eden tüm basın mensuplarının, 21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü 'nü kutluyor, meslek hayatlarında başarılar diliyorum.