Bağdat’ta ünlü bir marangoz yaşar. Ömrünün âhir zamanında oymadan hârika bir minber yapar. Sedef kakmalı, ceviz ağacından. Alımlı mı alımlı. Her gören onun güzelliğiyle büyülenir. Güzel minberin nâmı alır yürür çevrede. Öyle ki Bağdat’a her gelen:

Şu minberi ne olur bize sat, falanca câmiye götürüp bırakalım!” derler ama marangozun cevabı hiç değişmez:

Ben bu minberi Mescid-i Aksâ için yaptım. Minber Mescid-i Aksâ’ya konulacak!” der. Ahâli:

İyi de, Kudüs Haçlı işgâli altında.” dediklerinde marangoz vâkur bir şekilde:

Ben dülgerim (marangoz). Görevim, işimi en güzel şekilde yapmaktır. Bir babayiğit de çıksın, Kudüs’ü geri alsın, bu minberi de yerine oturtsun.” der ve bu minber hikâyesinin konuşulmadığı yer kalmaz. Herkes minberin güzelliğini bire beş katarak anlatırken, aynı hikâyeyi 7-8 yaşlarında bir çocuk da duyar. Ama o, eserin güzelliğinden ziyâde, müessirin vasiyetine kulak verir. “Bir babayiğit de çıksın, Kudüs’ü geri alsın, bu minberi de yerine oturtsun.” Aradan 40 yıl geçer ve o minberi durması gereken yere yerleştirir o çocuk. Diller ve tarih onu Selahaddîn-i Eyyûbî diye yazar ve anlatır...

            Bu kıssa gerçek midir değil mi ayrı tartışma konusu. Çünkü çoğu zaman bir şeyin güzelliğine veya çirkinliğine takılıyor, kendimizi övgüye veya yergiye kaptırıyoruz. Daha da kötüsü “Şunu yapsam ne olacak?” diye hayıflanıp üretmekten vazgeçiyoruz. Oysa ki bu kıssa bir kaç şeyi çok güzel anlatıyor;

            1. Sen yaptığın işi en iyi şekilde yap. Elbet kıymet bilen biri çıkacaktır. İyilik yap denize at misâli, balık bilmese de Hâlık bilir. Yeter ki sabredecek gücün olsun.

            2. İşini iyi yapıyorsan büyük bir hedef koymaktan çekinme. Başkalarının sözleri veya teklifleri seni amacından saptırmasın.

            Nureddin Mahmud Zengî (1118-1176) Musul’da doğar, Ortadoğu’nun siyasi tarihinde çok önemli etkisi olur ve Haçlılar’a karşı başarılı savaşlar verir. Özellikle eğitime çok önem verir. Şam, Halep, Hama, Humus ve Baalbek şehirlerinde medreseler kurar. Hadis üniversitesi mâhiyetindeki ilk Dâru’l-Hadis’i kurdurur. İnşâ ettirdiği rasathânede güneş saatini yaptırır.

            Komutanlarına da özel önem verir ve başta Selâhaddin olmak üzere birçok kişiyi gerek kumandanlık, gerekse siyâset konusunda yetiştirir.

            Zengî, dindâr ve adâletli bir hükümdârdır. Bu nedenle halkı tarafından âdil hükümdar lakâbı ile anılır. Çocukluğunda iyi bir eğitim alan Nureddin, uyguladığı usta siyâset sâyesinde Müslümanların birliğini sağlar ve Selâhaddin Eyyubî tarafından gerçekleştirilecek olan Kudüs’ün fethinin zeminini de hazırlar.

            Nureddin Zengî, adımlarını dâima geleceği düşünerek atar. Üç hayâli vardır:

            Birincisi; Akdeniz kıyılarına ve Sînâ yarımadasına sıkıştırmış olduğu Haçlı devletlerini ortadan kaldırarak Müslümanları birleştirmek, İslâm birliğini kurmak ki, bunu hayattayken gerçekleştirmiştir.

            İkincisi; Kudüs’ü fethetmek. Bu hayâli kendisinden sonra Selâhaddin Eyyubî gerçekleştirir.

            Son hayali ise; Konstantiniyye’nin fethidir. Bu hayâli de Fatih Sultan Mehmed’e nasip olur.

            Selâhaddin Eyyûbî ise, Irak’ın Tikrit kasabasında doğar. Eyyûbî devletinin kurucusudur. Varlıklı bir âilenin çocuğu olan Selahaddin, geometri, astronomi, matematik ve aritmatik derslerini de içeren iyi bir eğitim görür. Hayatını, Hıristiyan Haçlı Orduları ile mücâdele içinde geçirir ve Haçlılara karşı yaptığı bütün savaşlarda gâlip gelir.

            Kudüs’ü almak ve bölgedeki Haçlı egemenliğine son vermek, önce Nureddin Zengî’nin ve Selâhaddin’in büyük tutkusudur. Hatta bir müneccim Selahaddin’e “Kudüs’e girersen bir gözünü kaybedeceksin!” dediğinde, Selâhaddin’in “Kudüs’ü almak için iki gözümü de vermeye hazırım.” diye cevap verir.

            Sultan Kılıçaslan zamanında Haçlıların eline geçen Kudüs’ü, Sultan Selahaddin komutasındaki İslâm orduları 20 Eylül 1187’de kuşatır ve ardından Kudüs’ü tekrar alır.

            Bu fetih üzerine bütün Avrupa ayağa kalkar, fakat Selâhaddin, mücâdelesinden bir an bile geri durmaz. Selâhaddin Eyyûbî, dini ve vatanı için cepheden cepheye koşan müstesna bir şahsiyettir. 4 Mart 1193 de Şamda vefât eder.

            Yukarıda anlatılan minber “Selâhaddin Eyyûbî Minberi” adıyla da bilinir. 1099 yılındaki Haçlı saldırıları sonrası kilise olarak kullanılan Mescid-i Aksa, Selahattin Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethetmesi ile tekrar câmiye çevrilir. Sultan Selahattin, üç bin parçadan kündekârî tekniğiyle hiç çivi kullanılmadan bir araya getirilen, üzerinde Kur’an âyetlerinin ve tarihî kitâbelerin yer aldığı tam bir sanat eseri olan muhteşem minberi 1187 yılında Halep’ten getirilerek Mescid-i Aksa’da orta mihrabın sağ tarafına yerleştirilir. Bu minber, 21 Ağustos 1969’da Mescid-i Aksa’da çıkarılan yangında tamamen yanar. Minber Mesci-i Aksa’da, yakıldığı 1969 yılına kadar, 762 yıl kalır.

            Minberin bir benzeri Türk, Endonezyalı ve Ürdün kündekâri ustaları tarafından tekrar yapılarak 2007’de yerine konulur ama özelliklerinin çoğunu kaybeder.    

            Anlatılır ki; yangının olduğu gece işgalci İsrâil’in ilk, dünyanın da üçüncü kadın başbakanı olan Golda Meir: “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki, Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Lâkin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki; biz dilediğimizi yapabiliriz, zira Müslüman ümmeti uyuyan bir ümmettir.” diyerek o güden bu günkü hâlimizi anlatır bizlere. Anlayabilene ne güzel bir ders.

            Merhum Kudüs şâiri Nuri Pakdil, 2015 yılında 81 yaşında geldiğinde Kudüs’e giderek, Mescid-i Aksa'da cuma namazı kılar ve hayâli gerçek olur. Şiirinde:

“Tûr Dağını yaşa/ Ki bilesin nerde Kudüs/ Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum/ Ayarlanmadan Kudüs’e/ Boşuna vakit geçirirsin/ Buz tutar/ Gözün görmez olur/ Gel / Anne ol / Çünkü anne / Bir çocuktan bir Kudüs yapar / Adam baba olunca / İçinde bir Kudüs canlanır / Yürü kardeşim / Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin” diyerek anlatır mahzun Kudüs’ü.

            Demek ki, gerçekçi ve büyük hedefler, onu gerçekleştirecek insanları da buluyor. Cenâb-ı Allah aynı tarihi yaşadığımız şu günlerde tekrar Hz. Ömer ve Selahaddin Eyyûbî zamanında olduğu gibi Müslümanların emin beldeye emin bir şekilde girmelerini nasip eylesin. Filistin ve dünyada Îlây-ı Kelimullâh uğruna fedâyı can eden tüm şühedâya ve bulundukları yerlerde mücâdele eden kardeşlerimize sabır ve direnme gücü, biz Müslümanlara da ferâset ve bâsiret nasip eylesin.

Unutmayın! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam...

            Selâm ve duâ ile…