Herkesin yaptığı iyilik, gerçekten iyilik midir?
Bazen bir söz, bir ziyâret, bir tebessüm bile kalpleri onarırken... Aynı söz, aynı ziyâret, aynı tebessüm bir başka gönülde ateş yakabilir.
İşitmek yalnızca kulakla olmaz. Gönlü sağır olan, ne suskunu duyar ne acıyı anlar.
Mevlânâ der ki: “Senin beden kulağın duymuyorsa, gönül kulağın açık olmalıdır.”
Bu hikâyede bir adam, sadece komşuluk görevini yapmaya gider. İyilik niyetiyle attığı adımdır ama bir gönlü yakar ve yıkar…
Çünkü bâzen en büyük zarar, iyilik zannıyla gelir.
İyi kalpli, işitme engelli olan biri, komşusunun hasta olduğunu öğrenir ve içinden, onu ziyâret etmek için doğru olanı yapmak ister. Fakat bir sorun vardır: Duygularını doğru bir şekilde ifâde edebilmesi, kulağındaki sağır olan seslere takılı kalmıştır.
“Komşum hastalanmış. Onu ziyâret etmem, hâlini hatırını sormam gerekir. Ama ben sağır biriyim, o da hasta; sesi çıkmaz. Zaten hastaya ne sorulacağı da, nasıl cevap verileceği de bellidir. “‘Nasılsın?’ derim, ‘İyiyim, teşekkür ederim.’ der. ‘Ne yiyorsun?’ desem, bir yemek ismi söyler; ben de ‘Âfiyet olsun.’ derim. ‘Hangi doktor geliyor?’ diye sorarsam, bir doktor ismi verir, ben de ‘İyi doktordur.’ derim, olur biter.”
Bu düşünceyle komşusunun evine gider, başucuna oturur:
— Komşum nasılsınız?” diye hâl hatır sorar. Hasta inleyerek:
— Ölüyorum!” diye cevap verince, adam:
— Oh oh, çok memnun oldum!” diye karşılık verir. Hasta:
— Bu ne demek, adam ölümüme memnun oluyor!” diye kızar. İşitme engelli tekrar sorar:
— Ne yiyorsunuz?” der hasta kızgınlıkla:
— Zehir!” der. İşitme engelli onun bir yemek ismi söylediğini sanarak:
— Âfiyet olsun!” diye karşılık verir. Hasta büsbütün çileden çıkmıştır. Adam sormaya devam eder:
— Tedâvi için doktorlardan kim geliyor?” der hasta:
— Hadi be defol! Azrâil geliyor!” diye cevap verir. Adam:
— Çok bilgin, tecrübeli bir doktor. İnşallah yakında çâresini bulur!” deyince hasta dayanamaz:
— Kahrol be adam!” diye bağırır, adam ise komşuluk görevini yerine getirdiği için çok memnun olarak ziyâret yerinden ayrılır.
Mevlânâ bu ziyâretten sonra şu hatırlatmayı yapar: “Sağırın yaptığı kıyas yüzünden on yıllık dostu ve hâl-hatır sorması hiç olur gider. Senin duygu kulağın sağırsa, gönül kulağın açık olmalıdır. Gönül kulağı, her şeyi duyar, işitir.” Mevlânâ devam eder: “İşitme engelli ziyâretçi, görevimi yaptım diye memnundur. Oysa hastanın gönlünde bir ateş yakmıştır, o ateş kendisini de yakar. Günahlarınızla çoğalttığınız o ateşte sizi sarar.” der.
Halka şirin görünmek düşüncesiyle ibâdet edenlerin ve sevap kazandım sananların durumu da böyledir. Mevlânâ: “Ey mürâîler, gösteriş için iş yapanlar! Tutuşturduğunuz ateşten sakınınız. Siz onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden onu alevlendirdiniz.” der.
Gerçekten cennet de cehennem de bu dünya hayatında kazanılır. Dünya âhiretin tarlasıdır. Ne ekersek onu biçeceğiz. Âhirette azap görecek kişi, ateşini buradan götürecek demektir. Dünyâdaki iyiliklerimiz cennetteki nîmet şeklinde, kötülüklerimiz de azap şeklinde karşımıza çıkacaktır. Kötülükleri ve inançsızlığı olmayanın cehenneme girmesi söz konusu değildir.
Nasreddin Hoca’nın bir âhiret fıkrasından söz edilir. Hoca birine:
— Ölüm nasıl gerçekleşiyor?” diye sorar. O da:
— İnsanın eli ayağı donar, buz gibi olur!” der. Hoca bir kış günü kırdan gelirken fazlaca üşür, eli ayağı donarcasına uyuşur. Gâliba ben öldüm diyerek yol kenarındaki kabristana girer ve yeni kazılmış bir mezara uzanır, karanlık bastırır, derken bir takım çıngırak sesleri işitir. Ne oluyor? diye doğrulup bakmak ister. Meğer o sırada yoldan fincan yüklü katırlardan oluşan bir kervan geçmektedir. Gecenin ıssızlığında, hoca aniden doğruluverince onu gören katırlar ürkerek birbirine girerler. Bu kargaşa sırasında çok sayıda fincan kırılır. Katırcılar hocayı tutar ve epeyce hırpalayıp döverler. Zavallı hoca düşe kalka şehre gelir. Rastlayanlar, böyle perişan bir şekilde nereden geldiğini sorarlar. Âhiretten geldiğini söyler.
— Orada neler var?” diye soranlara, Hoca:
— Fincancı katırlarını ürkütmezsen bir şey yok!” cevabını verir.
Bu cevap pek ârifânedir. Dünyâda iken fincancı katırlarını ürkütmeyenler ve fincanların kırılmasına sebep olmayanlar, yâni Allah’ın ve kulların haklarını çiğnemeyenler, öbür tarafta ne azâba uğrarlar ne de cezâya. Mevlânâ zor durumlarda sabretmeyi ve öfkeyi yenmeyi tavsiye eder. Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmran 3/134) buyrulduğunu hatırlatır. Bu âyete uygun güzel bir örnek anlatılır:
Hz. Hüseyin’in evinde misâfirler vardır, sofrada yemek yenmektedir. O sırada hizmetçi yemek getirirken elindeki tabak kayar ve sıcak yemek Hz. Hüseyin’in üzerine dökülür. Hem üzeri kirlenir, hem de bâzı yerleri hafifçe yanar. Hz. Hüseyin, beceriksizliği sebebiyle hizmetçiye kızar ve yüzüne öfkeyle bakar. Zekî ve bilgili köle, hemen boynunu bükerek, yukarıda geçen âyetin ilk bölümünü okur:
— Ve’l-kâzımîne’l-gayza, (Öfkelerini yenenler. . . )” der. Hz. Hüseyin:
— Öfkemi yendim!” der. Hizmetçi âyetin devamını okur:
— Ve’l-âfîne aninnâs, (İnsanları affedenler)” der. Hz. Hüseyin:
— Seni affettim!” der. Hizmetçi devam eder:
— Vallahü yuhıbbü’l-muhsinîn, (Allah iyilik edenleri sever).” der. Hz. Hüseyin tebessüm eder ve:
— Ey köle seni âzâd ettim, hürsün!” der. Böylece bilgisi ve edebi sâyesinde hürriyetine kavuşmuş olur.
Niyet okumak ya da ‘Bir şey olmaz.’ diyerek olayları geçiştirmek, telâfisi zor çıkmazlara yol açar. Nice bulanık şeyler vardır ki biz onları berrak sanırız. Tıpkı o işitme engelli adam gibi... O, bir hastaya iyilik ettiğini, komşuluk görevini yerine getirdiğini sanıyordu. Oysa hastanın gönlünde bir ateş yakmış, o ateş hem hastayı hem kendisini yakmıştı.
Âsâr-ı Gönül de der ki:
“Yaktığınız ateşlerden korkun, çünkü bâzen iyi niyetle başlattığınız bir kıvılcım, sizi ve çevrenizi sarar. Her ‘iyi’ niyetin gerçekten iyi olup olmadığını, gönlünüzdeki sesle ölçün.
Gönülsüz yapılan her iyilik, sâhibini yormaktan öteye geçmez.”
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
Hâsıl-ı Kelâm!
“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...