Hayat, her ânıyla insanın seçimini ve irâdesini sınayan bir yolculuktur.

Bu yolculukta insan, iradesiyle kaderin sınırları arasında sıkışır.

Kıssamızda görülen basit bir hırsızlık vakası, aslında irade ile ilâhî kudretin nasıl iç içe geçtiğini gösteren bir ibret sahnesidir.

Bir adam, komşusunun ağacına tırmanır. Hırsız gibi ağacı silkeler, meyveleri yere döker. Bunu gören bağ sahibi öfkeyle koşar:

— A be alçak adam! Allah’tan korkmuyor, kuldan utanmıyor musun? Bu yaptığın ne haldir?” der.

Hırsız ise pişkince cevap verir:

— Ne diyorsun be adam! Allah’ın bağında, Allah’ın garib bir kuluyum; Allah’ın ihsan ettiği meyveyi yiyorum. Bundan sana ne? Niçin kıskanıyorsun beni?”

Bağ sahibi hizmetçisine döner:

— Aybek! Getir ipi, sopayı da şu adama cevap vereyim!” der.

İp gelir, hırsız ağaca bağlanır. Bağcı ardı ardına vurmaya başlar. Hırsız feryat eder:

— Yahu Allah’tan kork! Bu günahsız kulunu niye dövüyorsun? Bak öldüreceksin!”

Bağcı tebessüm eder ve:

— Allah’ın bir kulu, başka bir kulunu Allah’ın sopasıyla dövüyor. Sopa da Allah’ın, el de, ayak da O’nundur. Ben sadece O’nun buyruğuna âletim.” der.

O an hırsız, irâde ile kader arasındaki ince çizgiyi kavrar. Cebir ve ihtiyârın hakîkatini idrak eder. Ve tövbe ederek:

— Cebirden vazgeçtim. İhtiyar vardır, vardır, vardır!” der.

Bu söz, insanın irâdesini inkâr etmeden, Allah’ın mutlak kudretine teslim oluşunun ifâdesidir. Çünkü her şeyin ardında ilâhî bir plan vardır. Hiçbir varlık sebepsiz yaratılmamıştır.

Burada hırsızın dile getirdiği “ihtiyâr” kavramı, sadece insanın irâdesini değil; aynı zamanda her şeyin bir belirleyeni olduğunu kabul etmeyi de içerir. Her varlık, yaratılışında ilâhî bir plana ve amaca bağlıdır. Hırsız, kendi fiilinin ötesinde bir kudretin varlığına işâret ederken, Allah’ın her şeyin mutlak sâhibi olduğunu ve insanın irâdesinin de bu mutlak kudretle şekillendiğini vurgular.

Necip Fâzıl; “Cebir” kavramını ve “ihtiyâr”ın insan üzerindeki etkisini ele alırken şöyle der:

“İnsanın irâdesi, özgürlüğü ve kudreti bir yanda; Allah’ın kudreti ve takdiri diğer yanda... Ancak insan bu ikisi arasında dengeyi bulmak zorundadır. Çünkü her şeyin mutlak sâhibi Allah’tır. Bir insan, sadece kendi irâdesine güvenerek hareket ettiğinde, o irâde Allah’ın mutlak kudretiyle sınırlıdır. O yüzden her şeyin bir başlangıcı, bir sonu ve bir amacı vardır. İnsan, irâdesinin sonsuz olmadığını kabul ettiğinde, gerçek özgürlüğü keşfeder.”

Necip Fâzıl’ın bu yaklaşımı, kıssanın özünü anlamamıza ışık tutar. Hırsızın, kendi eylemlerinin Allah’ın ihsânı ve kudreti doğrultusunda gerçekleştiğini fark etmesi, Necip Fâzıl’ın özgürlük ve irâde üzerine söyledikleriyle örtüşür. Sonunda hırsız, cebir ve ihtiyâr arasında bir denge olduğunu fark eder; her şeyin Allah’ın irâdesine bağlı olduğunu kabul eder. Necip Fâzıl’ın insanın sorumluluğunu anlattığı düşüncesinde, kişi kendi irâdesini ve özgürlüğünü Allah’a teslimiyetle doğru bir şekilde kullanmalıdır.

Kıssanın özü de budur: Hırsız, kendi irâdesini inkâr etmeyip Allah’ın mutlak kudretine teslim olmuştur. Necip Fâzıl’ın işâret ettiği dengeye varmıştır.

Ziyâ Paşa’nın dediği gibi:

“Serbâz-ı kader ol, kıl emel terkini ey zîra,

Her işde temennâya bel bağlama, mecnûn olursun.”

Yâni: “Kaderin askerisin; hevesi bırak. Temennîye bel bağlarsan deli olursun.”

Âsâr-ı Gönül Der Ki:

“İnsan, kudretini doğru kullanmayı öğrenmeden irâdesini anlayamaz. Çünkü her şeyin arkasında Allâh’ın takdiri ve irâdesi vardır. İnsan, her zaman kudretini ve seçimini doğru kullanmakla mükelleftir. İhtiyâr da, tıpkı her şey gibi, bir sınavdır...

Nefsine hâkim olan, cihânı yönetir.

Kendini bilen, Rabbini bilir.

İrâde, sabırla yoğrulursa hikmet doğar.

Hak’tan gelen her işte hayır vardır, sabreden kemâle erer.

İmtihan Allah’tan; ihtiyâr kuldandır.”

Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm!

“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...