Hayat, bâzen bir omuzun neye dayandığıyla ölçülür…

Zâlim bir kral, iki mahkûmu darağacına çıkarır. Ama asıl sınav, ipte değil omuzdadır.

Güçlü bedenler değil, sâdık gönüller taşır insanı.

Bu kıssa, anlayana bir ömürlük ders verir.

Yaşamı belirleyen darağaçları değil, bilgenin gönülle gördüğü hakîkattir.

Menfaatle kurulan dostluk ilk rüzgârda çökerken; gönülle kurulan bağ ise ölümde bile sarsılmaz. Bu nedenle bir kişi ilişkilerinde hep sosyal statüsüne, maddi gücüne sığınıyorsa “karakter kıtlığı” yaşıyor demektir.

“Ağaca dayanma çürür,

İnsana güvenme ölür.

Aç ellerini Rabbine,

Seni bir tek O görür.” der ya Mevlânâ.

Zulümle nam salmış kral, idama mahkûm iki kişiden biriyle acımasız bir oyun oynamak ister. Sonra iki darağacı kurdurur ve mahkumlardan ikisine de, omuzlarına basacakları, ve güvenebilecekleri birer kişi çağırmalarını ister.

Aynı zamanda yanındaki bilgeyi de bu oyunun bir parçası yapar. Bu yüzden her şey hazır olduğunda yanı başına oturtmuştur yaşlı bilgeyi.

Her mahkûm, seçtiği kişinin omuzlarına çıkar.

Mahkumlardan biri çok güçlü kuvvetli birini çağırmıştır. Diğeri ise kendisinden daha cılız olan arkadaşını çağırmıştır ve onun omuzlarına çıkar.

Kral, tam o anda sorar yaşlı bilgeye:

— Hadi şimdi göster bakalım hünerini. Sence önce kim yıkılacak? Güçlü olan mı? Yoksa şu cılız olan mı?” der. Yaşlı bilge kendinden emin bir şekilde:

— Güçlü olan çok sürmez yıkılır efendim. Diğer cılız olan ise ölse yıkılmaz. Cılız olanın omuzlarına basan mahkûm canını kurtaracaktır.” der.

Bir müddet sonra güçlü beden titrer ve çöker. Ve onun omuzlarına basan mahkûm darağacında can verir.

Kral şaşkın bir halde sorar yaşlı bilgeye:

— Nasıl oldu da şu cılız adamın gâlip geleceğini bildin?” der. Yaşlı bilge yerinden kalkmış, sevinç içinde arkadaşına sarılan ve canını kurtaran mahkûma bakar ve Kral’a:

— Efendim! Bunu bilmemin bilge olmakla alâkası yoktur. Çünkü bilgelik, görmekle değil; gönülle sezmekle ilgilidir. İki mahkum darağacına çıkarılmadan önce onları dikkatle izledim. Kendi istekleriyle çağırdıkları adamlar yanlarına geldiler. Biri çağırdığı güçlü adama bir kese altın verdi. Belli ki parasıyla tutmuştu onu, canını kurtarabilmek için. Bunun için o adamın güçlü vücudunun kâfî geleceğini düşünüyordu. Diğeri ise uzun uzun sarıldı arkadaşına. Birlikte gözyaşı döktüler. Sonra o cılız adam yeminler etti arkadaşına: ‘Ölsem de yıkılmam!’ dercesine. Gerçek birer arkadaş olduklarını anladım o anda...

Ben hayat tecrübemde sadece menfaat üzerine kurulan şeylerin çok uzun sürmeyeceğini gördüm ve bildim efendim...” der anlayana. Unutma:

“Menfaat üzerine kurulan her şey, yıkılmaya mahkûmdur...”

Kur’an bize der ki: “Şüphesiz ki Allah, ihsan sâhiplerini sever.” (Bakara, 195) “O gün ne mal fayda verir, ne de evlât. Ancak Allâh’a selim bir kalple gelenler müstesnâ.” (Şuarâ, 88–89) “Kim Allah için dostluk kurarsa, Allah da onun dostudur.” (Hucurât, 10) buyurmaktadır. Resûlullah (s.a.v.) ise kalplerin terâzisini şöyle hatırlatır: “İnsan, sevdiğiyle berâberdir.” “Dünya malına düşkünlük her türlü hatanın başıdır.” “Kim kardeşini menfaat için severse, sevgisi samîmi değildir.” buyurduğunu görürüz Efendimizin.

Söz, şâirin eline geçince, hakîkat mısralara, beyitlere dönüşür. Mevlânâ der ki: “Sevgi; ne menfaatle başlar, ne de menfaatle biter. Çünkü sevgi, kalbin işidir; hesapla değil, hissedişle yaşanır.” Yunus Emre gönül gözüyle seslenir:

“Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan.” Ve Mehmet Âkif, menfaatle kirlenen sevgilere şöyle dokunur:

“Aldanma insanların samîmiyetine!

Menfaatleri gelir her şeyden önce.

Vaad etmeseydi Allah cenneti;

O’na bile etmezlerdi secde.” der ve:

“Menfaattir insanları getiren vecde,

Cennet vaad etmeseydi Rahmân,

Kimse etmezdi secde...” diye karşılık bulur beyitlerinde.

Âsâr-ı Gönül de der ki:

“Gerçek dostluk, kalple imtihan edilir; menfaatle değil.

Sevgi, menfaatle ölçülürse; kalp pazar olur, gönül müşteri.

Menfaatin gölgesinde duran dostluk, ilk rüzgârda devrilir.

Samîmiyetin omzuna yaslanan gönül ise, ölümde bile dimdik durur.

Kimin için el uzattığını bil; çünkü el, kalbin niyetini taşır.

Güç değil, gönül taşır insanı...

Altınla alınan omuz çöker; sevgiyle verilen söz ise dâimâ yaşar.

Ve bil ki;

Menfaatle kurulan köprüden vefâ geçemez.

Dostluk, çıkarın değil, îmânın eseridir.

Menfaatin gölgesinde duran her bağ kopar, ama gönülle kurulan dostluk ebedîdir.”

Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Hâsıl-ı Kelâm!

“Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”

Âsâr-ı Gönül’den selâm ve duâ ile...