Yıllar sonra Mekke fethedilir, İslâm tüm ihtişâmıyla Arabistan yarımadasına hâkim olur. Mekke halkı guruplar hâlinde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) huzuruna gelip müslüman olur. Hz. Ebûbekir’in yüreğinde de bir bayram sevinci vardır ama bir köşesi yine de yangın yeri gibi sızlamaktadır. Herkes ister istemez İslâm’ın saâdetli sînesine koşarken yaşı doksana dayanmış olan babası hâlâ saâdetten mahrum bulunmaktadır. Ama yüreğindeki bu acıyı, yangını da yok etmelidir. Yaşlı baba Ebû Kuhâfe’nin gözleri de görmez olmuştur artık. Eve varır ve babasının elinden tutarak Peygamber Efendimizin huzuruna getirir. Efendimiz (s.a.v.) üzülür bu manzaraya ve:

▬ Ey Ebûbekir! Neden bu ihtiyârı buraya kadar yordun? Onu biz evinde ziyâret etseydik daha güzel olmaz mıydı?” buyurur. Bu sözler hem nezâket ve alçak gönüllüğün hem de “Bir göz hatırı için, çok göz sevilir!” gerçeğinin bir ifâdesidir. Hz. Ebûbekir’i çok seviyordu, dolayısıyla babasının da hatırını ondan dolayı saymaktadır Kâinâtın Efendisi. Ama O’ndan (s.a.v.) dersini alan Hz. Ebûbekir’de babasının O’nun (s.a.v.) yanına gelmesini daha uygun bulur ve:

▬ Ey Allah’ın Resülü! Senin, onun yanına gitmenden, onun senin yanına gelmesi daha isâbetlidir.” der. Efendimiz (s.a.v.) mübârek ellerini Ebü Kuhâfe’nin göğsüne koyar ve:

▬ Müslüman ol, ey Ebû Kûhâfe!” buyurur. Mübârek elinin dokunduğu yerde neler bitmezdi ki! O ana kadar bir türlü hakka ısınmayan Kûhâfe’nin gönlünde îman nimeti bitiverir ve onu İslâm’ın saâdetiyle buluşturur. Fakat bu manzarayı seyrederken sevinmesi gereken Hz. Ebûbekir bir köşeye çekilmiş hıçkıra hıçkıra ağlamaktadır. Şaşırır herkes, Efendimiz (s.a.v.) ise merak eder ve:

▬ Neden ağlıyorsun ey Ebûbekir?” diye sorar. Hz. Ebûbekir gözyaşlarını siler ve:

▬ Ey Allah’ın Resülü, babamın Müslüman olmasını çok istiyordum. Nasip bu günmüş. Ancak ben, bugün babamın yerinde amcanız Ebû Tâlib’in olmasını ne kadar çok isterdim. Zîrâ Siz de onun îman etmesini çok istiyordunuz. Bunu hatırladım da onun için gözyaşlarımı tutamadım.” der. Sevmek budur, aşk ve sevdâ budur. Hz. Ebûbekir’i yüce kılan tam da işte budur. Resûlullah (s.av.): “Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikçe cehenneme girmez. Cihâd tozu ile cehennem dumanı asla bir araya gelmez.” buyurarak Allah korkusundan dolayı gözyaşı dökmenin, kula sağladığı mutlu sonucu çok açık şekilde ve pek çarpıcı bir mîsalle ortaya koymaktadır. Zîrâ herhangi bir hayvanın memesinden sağılmış olan sütün, tekrar o memeye girmesinin mümkün olmadığı herkesçe bilinen bir hakîkattir. Efendimiz’de (s.a.v.), Allah için göz yaşı döken kimsenin cehenneme girmesini, böylesine mümkün olmayan bir olaya bağlı kılmaktadır. Bu tür ifâdelere, olmayacak olana havâle etmek (muhâle ta’lik) denilir. Kur’ân-ı Kerîm’de de bunun örneği bulunmaktadır. Yüce Rabbimiz, “Bizim âyetlerimizi asılsız sayanlar, büyüklenip onlardan yüz çevirenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir!” (7/40) buyurmaktadır.

            Herhangi bir amel sâhibinin cehenneme girme ihtimâlinin, sütün çıktığı memeye geri dönmesi ile ölçülmesi hiç şüphesiz o ameli işleyenlere tam bir güven verir. O konuda en büyük teşviki oluşturur. Efendimiz işte böylesi bir ameli, Allah korkusuyla gözyaşı dökmek olarak tesbit ve ilân etmiştir.

            Efendimiz (s.a.v) buna bağlı olarak, Allah yolunda cihad edenlerin çıkardığı toz ile cehennem dumanının bir araya gelmeyeceğini de müjdelemiştir. Hadîs-i Şerifte cihâd tozu ile cehennem dumanının, bir müslümanın “burun deliklerinde”, “karın boşluğunda” veya “yüzünde” asla bir araya gelmeyeceği ifâde buyurulmaktadır. Bütün bunlardan maksat, Allah yolunda savaşa iştirâk edenlerin cehenneme girmeyeceklerini kesin bir şekilde açıklamaktır. Dolayısıyla Allah yolunda cihâd eden ile Allah korkusundan gözyaşı döken kimselerin müşterek özelliği “cehennemden uzak olmaktır.” Özellikle rivâyetlerin devamında aşırı cimrilik ile îmanın bir kişinin kalbinde birleşemeyeceğine de dikkat çekilmektedir. Nitekim Allah û Teâlâ Haşr Sûresinin 9. âyeti kerîmesinde; “Kim nefsinin cimriliğinden korunmuş ise, işte o tür insanlar kurtulmuşlardır.” buyurmaktadır.

            Kral, Abdullâh’a tekrar Hıristiyan olmasını teklif eder. Kabûl etmeyince, onun da kazana atılmasını emreder. Abdullâh kazana atılacağı esnâda ağlamaya başlar. Kral, fikir değiştirdiğini zannederek Abdullâh’ı yanına getirtir ve tekrar Hıristiyan olmasını teklif eder. Şiddetle reddettiğini görünce hayret ederek:

▬ Öyleyse niçin ağlıyorsun?” diye soruğunda Abdullâh:

▬ Ey Kral! Zannetme ki senin bana yapmak istediğinden korktuğum için ağlıyorum! Ben, Allâh yolunda verebileceğim bir tek canım olduğu için ağlıyorum. Kendi kendime; «Sen şimdi bir tek can taşıyorsun, şu kazana atılacak, Allâh yolunda bir anda ölüp gideceksin. Hâlbuki vücûdumdaki kıllar adedince canım olmasını ve her biri için bunların Allâh yolunda bana tekrar tekrar yapılmasını ne kadar arzu ederdim.” der ve Kral’ın nutkunun tutulmasına neden olan muhteşem cevâbını verir.

            Murat PADAK’ın dediği gibi:

Sâhi bugün gözyaşlarımız ne için dökülüyor?

            Tuttuğumuz takım kaybettiği için...

            Aldığımız ürün bozulduğu için...

            Sınavdan düşük puan aldığımız için...

            Sevdiğimize kavuşamadığımız için...

            İndirimi kaçırdığımız için...

            Partimiz beklenilen oyu alamadığı için...

            Dizideki kadın, çocuk dayak yediği, adam öldüğü için...

            Acaba en son ne zaman Allah için bir şey yapamadığımız için gözümüzden yaş döküldü?

            Nâmusu kirlenen Müslüman kadınlarla ilgili haberleri okuyunca çâresizlikten, elimizden bir şey gelemediğinden dolayı ağladık mı hiç?

            Bebeğine yedirecek bir yaprak dâhi bulamayan annelerin haberlerini duyunca çâresizlikten, yardım edecek bir şey bulamadığımızdan dolayı ağladık mı hiç?

            Sırf eğlence olsun diye zâlimlerin sıktığı kurşunlar ile şehit olan çocukları izlerken elimizden bir şey gelmediği için ağladık mı hiç?

            Kimyasal bombaların altında kalan, kamyon kadar bombanın altında can veren bir mazlumun hâlini görünce, zulme engel olamadığımız için ağladık mı hiç?

            Açlıktan ölen, kıtlıktan ölen, susuzluktan ölen, ilaçsızlıktan ölen halkları görüp de uzatacak bir yardım elimiz olmadığı için gözümüzden bir damla yaş döküldü mü hiç?

            En son neye ağladık meselâ? Kaçırdığımız diziye mi? Kaçırdığımız otobüse, uçağa mı? Kaybettiğimiz cüzdana, telefona mı?

            Sâhi hiç infak edemediğimiz, bağış yapamadığımız için ağladık mı?

            Mücâhitlere yardım edecek durumumuz olmadığı için hüngür hüngür ağladık mı?

            Belki soğan da olmasa gözyaşının ne olduğunu bilmeyecektik!” ne dersiniz!”

            “Öyle bir gözyaşı ver ki Yâ Rabbî;

            Aklansın.. Ölümün kara düşleri,

            Korkuları, umutlara döndürsün.

            Rahmetinle, her damlası

            Cehennemler söndürsün...” Âmin diyoruz bizde Cengiz NUMANOĞLU’nun bu şiirine.

            UNUTMAYIN! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam...

            Selâm ve duâ ile…