Harûn Reşid döneminde yaşayan, sözleri nükteli ve insanlara garip gelen davranışları dolayısıyla meczûp diye değerlendirilen Behlül Dânâ’nın kıt imkânlarla biriktirdiği bir miktar parası, kesesi ile çalınır. Bunun üzerine Behlül Dânâ etrafındakilere:

▬ Para kesem çalındı! Alanı gören, bilen var mı?” der. Arkadaşları:

▬ Arayıp bulalım o zaman Behlül!” derler. Behlül:

▬ Gerek yok. Ben onu nerede bulacağımı çok iyi biliyorum!” der. Çalınan keseyi hiç aramaz, aranmasına da müsâade etmeyerek doğruca kabristanın giriş kapısının önüne gider oturur ve beklemeye başlar. Etrafındakiler:

▬ Burada ne yapıyorsun Behlül? Senin para kesen çalındı, sen mezarlığın kapısında oturmuş boş boş bekliyorsun?” dediklerinde Behlül Dânâ:

▬ Para kesemi çalan nasıl olsa bir gün mutlaka ama mutlaka buraya gelecek. Onun gelmesinin en kesin ve garantili olduğu yerde onu bekliyorum!” der onlara ve bizlere  hikmet dolu bu cevâbını verir.

            Bir gün o mekâna yolumuz muhakkak düşecek; kaçtığımız, korktuğumuz, girmeyi hiç istemediğimiz o yere mutlaka gireceğiz. Kabrin karanlığını aydınlatacak ışıklarımız neler olabilir, bunun hazırlığını yapmak lâzım değil mi?  Kabrin darlığını genişletecek ameller neler olabilir, onlara yatırım yapmak lâzım değil mi?

▬ Âhiret için ne getirdin?” diye sorulduğunda Cengiz Numanoğlu’nun:

            “Bir mevtânın sırtında, takvâ hırkası varsa;

            Cennet bahçesi olur, iki metrelik arsa.

Yâr olmaz servetinin, sana bir tek kuruşu;

Secde yoksa, bekleme, kabirde kurtuluşu.” mısralarında dediği gibi...

▬ İşte benim getirdiklerim, âhiret azığım!” diyebileceğimiz, yüzümüzün akıyla, gönül ferahlığıyla ortaya koyabileceğimiz, güzel ahlakla birlikte ibâdetler, iyilikler, duâ, zikir, tövbe, hayır, hasenât ve güzellikler hazırlamak lâzım. Rabbimizden niyâzımız; her zaman ve her yerde bizi bekleyen âkıbete hazır olabilmeyi ve hesâbı verilebilir hayırlı bir hayat yaşayabilmeyi nasip etmesidir.

            Âhiret günü, herkes dünyada yaptığının karşılığını bulur. O gün, insanların kimi hazırlıklı, kimisi hazırlıksızdır. Hazırlıklı olanlar mü’minlerdir. Bu kimseler, dünyada îman etmiş ve îmanlarının gereğini yapmaya çalışarak Rablerini râzı etmeye, Rablerinin rızâsı doğrultusunda bir hayat yaşamaya çalışmış kimselerdir. Hazırlıksız olanlar ise, dünya hayatında îmandan yüz çeviren, Rablerinin rızâsını kazanma gibi bir tutkuları olmayan, âhiret hesâbı yapmayan kimselerdir. Her iki kesim de amelinin karşılığını mutlaka bulacaktır. Neticede herkes, ne ekmişse onu biçecektir. O gün, orada herkes kendi hesabını vermek durumundadır. Mü’minler, kâfirler, haklılar, haksızlar, zâlimler, mazlumlar, zayıflar ve güçlüler birbirleriyle hesaplaşacaklardır. Herkes kendini haklı çıkarmaya çalışacak, neticede yüce Allah, hükmünü verecek, haklı olan haksız olandan ayırt edilecektir.

            Gaflet dediğimiz şeyin, hem inanan hem de inanmayan insanla ilgisi vardır. İnanan insanın gaflette bulunması, âhiret/hesap gününe îman ettiği hâlde orası için gereken hazırlığı yapmaması, hesap düşüncesinden habersiz bir şekilde yaşaması, Allah’ın yasaklarından sakınmaması, tövbe edip Allah’a olan kulluk görevlerini yerine getirmede gereken özeni göstermemesi, ayrıca iyi işler yapmamasıdır. Yâni inandığımız hâlde yapmamız gereken şeyleri hayatımızın dışına çıkarmak, unutmak, yok saymak, terk etmek gibi. Allah’ı inkâr edenlerin gaflette bulunması ise, kendini yaratanı kabul etmemesi, hayatı sadece bu dünyadan ibâret sayması ve buna göre yaşaması, dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklerden de sorumlu olduğunu düşünmemesi, peygamber ve ilâhî vahiy tarafından uyarıldığında da bunlara sırt çevirmesi ve kulak tıkamasıdır.

            Netice olarak bu dünyada, zaman zaman karşılaştığımız ve çevremizde ortaya çıkan olumsuz şartlar, bâzen de insanın kötü arzu ve ihtirasları, insanın bâsiretini bağlayabilmekte, iyilik ve kötülükleri görmesini önleyebilmektedir.

            Dolayısıyla Rabbimiz bizden, dünyanın geçici nimetlerine aldanmayıp ebedî olan âhiret hayatına yönelmemizi istemektedir. Amacımız, kendimizi dünyadan uzaklaştırmak değil, bilakis yaşarken Allah’a olan sorumluluğumuzun bilincinde bir hayat yaşamak ve hesap verme şuuruyla, imtihan meydanında olduğumuzu unutmamaktır. Zîrâ yaşadığımız hayat, dinî ve ahlâkî değerlerimize kayıtsız, âhirete, hesâba duyarsız bir şekilde harcandığında sıradan hâle gelir ve anlamsızlaşır. Kısaca hesap vermenin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu ifâde eden bu âyet, bize, gaflet içinde olmamamız, ölüme ve hesâba dâima hazırlıklı bulunmamız gerektiğini ifâde ediyor. Çünkü dünya hayatı, âhiret hayatının yanında çok kısa bir zaman dilimidir. İnansın veya inanmasın hiçbir canlının ölümden kurtulma imkânı olmadığına göre, ölüme hazırlıklı olmalı, hayatımızı îmanla, ibâdetle, güzel ahlakla geçirmeye çalışarak Rabbimizi râzı etmeye çalışmalıyız. Tutan ellerimiz tutmaz, yürüyen ayaklarımız yürümez olunca, nefeslerimiz tükenip dudaklarımız kapanınca artık âhiret için yapabileceğimiz bir şey kalmaz. O halde amel defterimizi sâlih amellerle doldurmaya çalışmalı ve hesâba çekilmeden önce nefsimizi hesaba çekmeliyiz. Bir Kelâm-ı Kibârda şöyle: “Men menne min mennin münne mine’l-Mennân.” (Kim bir iyilik yaparsa Mennân (sonsuz iyilik sahibi) Allah tarafından iyilik görür.) denilmektedir.

            Necâtî insanoğluna, “Canını esirge, dünyaya gönül verme! Kendini Hz. Yûsuf gibi belâ kuyusuna esir etme! Dünyaya alıcı gözle bakma, onda sadece gözyaşı vardır.” diye seslenir ve, “Vücut eski bir elbisedir, ona aldanma; bu kumaş, bekâ çarşısında zarar eder.” diyerek bizlere uyarılarda bulunur. Necatî’ye göre bu dünya, mal ve servetle mağrur olan baykuşları uçuran bir vîrânedir:

            Mâla magrûr olma ey hâce ki dünyâ diyen,

            Sencileyin nice baykuş uçuran vîrânedür.” der beytinde...

            Âdile Sultan ise, kabirde kendisine îmanı yoldaş etmesi için Allah’a yakarır. Çünkü îman yoldaş olursa meleklere cevap vermek kolay olacaktır.

            “Mezâra yalınız koyma bize imânı yoldaş et!

            Su’âlimiz edip âsân Hûdâ çekdirmeye zahmet!” der Mevlâ’ya. Hâsılı Necip Fazıl’ın:

Ufka bakarlar; ölüm uzakta mı uzakta...

Ve tabut bekler, suya inmek için kızakta.....

            Sultan olmak dilersen, tacı, sorgucu, unut !

            Zafer araban senin, gıcırtılı bir tabut!

O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?

Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?” dediği gibi kendimize içtenlikle soralım ve diyelim ki toprağın altındaki saklambaçta:

▬ Var mısın?”

            UNUTMAYIN! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam...

            Selâm ve duâ ile…