Mahallenin çocukları ele geçirdikleri bir çuval cevizi aralarında bir türlü bölüşemezler ve kavga-gürültü birbirlerine girerler. Kavganın kızıştığı sırada Nasreddin Hoca oradan geçmektedir. Hocayı gören çocuklar koşarak:

▬ Hoca Efendi, ne olur, şu cevizleri bizlere güzelce bölüştürüver.” diye ricâda bulunur ve kenara çekilerek taksîmi beklerler. Hoca Efendi, geçer cevizlerin başına ve:

▬ Çocuklar, cevizi sizlere nasıl taksim edeyim? Allah taksîmi mi olsun istersiniz, yoksa kul taksîmi mi olsun?” der. Çocuklar hep bir ağızdan:

▬ Allah taksîmi olsun, Allah taksîmi isteriz!” diye bağırırlar. Hoca Efendi, torbayı eline alarak kimine bir avuç, kimine bir tâne, kimine üç avuç, kimine hiç vermez, kalanını da torbayla birine verir ve taksîmi tamamlar. Ceviz alamayan ve aldığından memnun olmayan çocuklar yüksek sesle:

▬ Hocam, hani bize ceviz? Bu nasıl taksim, böyle adâletsizlik mi olur? Niçin adaletsizlik yapıyorsunuz? Bizlere haksızlık ettiniz! Yazıklar olsun size!” vs. diye îtiraz ettiklerinde Hoca Efendi:

▬ Çocuklar, Sakin olun. Ben sizlere en başta sordum. Allah taksîmi mi olsun istersiniz, yoksa kul taksîmi mi? Hepiniz Allah cc﴿, taksîmi olmasını istediniz. Allah’ın cc﴿, taksîminde adâlet değil, ihsân lütûf﴿ esastır. Allah cc﴿, lütfûndan dilediğine verir, dilemediğine vermez. O, dilediğine az, dilediğine çok verir, hiç vermediği de olur, herkes kısmetine boyun eğer! Hiçbir varlığın O’na “Niçin böyle yaptın?” diye sorma hakkı yoktur. Mülk’ün sahibi mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Allah’ın taksimi böyledir.”  Diyerek günümüz insanına da unutamayacağı ve hayata nasıl bakması gerektiğini anlatan bu muhteşem cümleleri söyler.

Yâni, rızık, insanın istifâde ettiği şeylere denir. Bu bakımdan kişinin maaşı onun kazancıdır. Maaşından istifâde ettiği kısım onun rızkıdır.

            Rabbimiz Zümer Sûresi 52. âyeti kerîmesinde; “Bilmiyorlar mı ki Allah rızkı dilediğine bol bol verir, dilediğine de ölçülü verir. Kuşkusuz inanan bir topluluk için bunda dersler vardır.” İsrâ Sûresi 30. âyeti kerîmesinde de; “Rabbin rızkı dilediğine bol bol verir de kısar da. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları görmektedir.” buyurmaktadır.

            Allah rabdir, dolayısıyla elimizdeki şeylerin asıl sahibidir ve bunları O vermiştir. “Mülk O’nun elindedir” kiminin rızkını bollaştırır, kimininkini de kısar. Âyetin son cümlesi, bunun hikmetsiz ve anlamsız olmadığına işâret etmektedir. Allah her kulunun durumunu görür, bilir. Genellikle herkes zengin olmak ister, fakirlikten korkar. Fakat Allah, hikmeti uyarınca kimine az kimine çok verir. Ama ne çok vermesi mutlak anlamda hayır, ne de az vermesi mutlak anlamda şerdir. Zenginlik yüzünden maddî veya mânevî birçok şeyini, hatta inancını, sevdiklerini veya hayatını kaybedenler olduğu gibi fakirlik sebebiyle birçok kayıptan kurtulanlar, mânevî kazançlara kavuşanlar da vardır. Zenginlik kimini kurtarır, kimini de mahveder. Bununla birlikte varlık yokluğa yeğlenir. Onun için âyetlerde “Allah’tan fakirlik isteyin” anlamına gelebilecek hiçbir ifâdeye yer verilmemiş; “Mal, rızık, servet isteyin” denilmiş; fakat bunun da hakkının verilmesi gerektiği bildirilmiştir . Hz. Peygamber’in de fakirlik konusunda insanları uyardığını ve fakirlikten Allah’a sığındığını bildiren hadisler vardır (kuran.diyanet). Şâirin dediği gibi;

            “Rızık için çekme kasâvet,

'Nahn-ü kasemnâ’yı gözet.

Kula ifşâya ne hâcet,

Derû Mevlâ’yı gözet...”

Onun için Hakk kapısını gözetlemek lazım. O ezelden ne ayırdıysa sana mutlaka verecektir. Hiç telâşa lüzum yoktur... Cenâb-ı Allah Rûm Sûresinin 37. âyeti kerîmesinde: “Görmezler mi ki Allah rızkı dilediğine bol veriyor, dilediğininkini de kısıyor? Kuşkusuz bunda îman eden kimseler için ibretler vardır.” buyurmaktadır. Bu âyet ve devamında önce insanların farklı imkânlara sahip olmaları, özellikle iktisadî bakımdan farklı seviyelerde bulunmaları realitesine yine onların gözlemleri tanık tutularak değinilmekte, bunun Allah û Teâlâ’nın irâdesi ve koyduğu kanunlar gereğince böyle olduğuna dikkat çekilmekte, ardından bu hakîkati kavrayanlara bazı sosyal yardımlaşma görevleri hatırlatılmakta, paranın sömürü ve baskı aracı olarak kullanılmasında önemli bir işlem olan ribâdan (fâizcilik, tefecilik, ihtikârcılık vs) Allah’ın hoşnut olmadığı îmâ edilmekte, nihâyet bu âyetler kümesinin başında canlı bir temsil ile anlatılan Allah’ın birliği ve ortaklardan münezzeh olduğu gerçeği bir daha vurgulanmaktadır.

Geniş anlamıyla insanların sahip olduğu her türlü imkânı, dar anlamıyla da iktisadî imkânları ifâde eden rızık açısından kişiden kişiye farklılıklar bulunduğu herkesin kolayca gözlemleyebileceği bir realitedir. İmkânların paylaşımıyla ilgili olarak beşeriyetin geliştireceği usûl ve sistemler ancak daha âdil kabul edilme veya daha iknâ edici olma özelliği bakımından başarılı sayılabilir; fakat bu farkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Zîrâ bu durum ilâhî irâdeden ve bu irâdeye bağlı evrensel yasalardan, zihin ve beden güçlerinin eşitsizliği, coğrafya ve iklim farklılıkları, ekonomik ortam ve sistem farkları gibi doğal veya pozitif farklılıklardan kaynaklanmaktadır. 37. âyette söz konusu reâliteye dikkat çekilirken “görmezler mi ki!” ifâdesiyle insanın tanıklığı ön planda tutulmuş, bundan çıkarılacak sonuçlar ve onların pratik hayata yansıtılması hususunda ise “Kuşkusuz bunda îman eden kimseler için ibretler vardır.” buyurularak îman esas alınmıştır. Buna göre rızkı verenin Allah olduğuna gönülden inanan kimse için doğru olan, kendisi ile başkaları arasındaki imkân farklılıkları bir bunalım, kıskançlık ve çatışma sebebi olarak görmek yerine kişiyi yüce yaratıcısının lütfundan daha fazla talepte bulunma çabası içine iten bir motivasyon sağlaması, ama elde ettiği imkânların gerçek kaynağını görmezden gelmemesi ve bunların kendisine yüklediği sorumluluğun bilinci içinde hareket etmesidir. Ne kadar güzel buyurmuşlar. İnsan ihtiyacını temin ettiği zaman her şeyi yerine gelmiş oluyor. Fazlası yük… Hesâbı çok ağır. Değmez… Bu da bizlere bir ölçü. Vesselâm…

            Selâm ve duâ ile…