Konuyla ilgili yazılarımızın devamıdır. Hz. Mûsâ vahiy alıp tebliğ vazifesiyle görevlendirilince Cenâb-ı Allah bir gün ona Firavun’un yanına gidip onu dine davet etmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Mûsâ kalbinin inşirah bulması, dilindeki düğümün çözülmesi için dua ettikten başka büyük kardeşi Hz. Harun’u peygamber edip kendisine yardımcı olarak verilmesini de Cenâb-ı Allah’tan niyaz etti. Cenâb-ı Allah onun duasını ve talebini kabul etti, Hz. Harun’u ona yardımcı olarak verdi ve birlikte gidip Firavun’u dine davet etmesini emretti. Bunun akabinde ikisi birlikte Firavun’un yanına vardılar. Onun yanına varınca Firavun Hz. Mûsâ’yı nankörlükle suçladı ve daha önce öldürdüğü kişiyi kendisine hatırlattı. Aralarında bir muhavere/konuşma geçti ve nihayet Hz. Mûsâ’ya şöyle dedi: Şayet benim dışımda bir ilah edinirsen seni hapse atacağım. Buna karşılık Hz. Mûsâ sana Peygamber olduğuma dair bir ayet yani mucize getirsem yine de mi böyle yaparsın, dedi. Firavun öyleyse bana mucizeyi göster dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ asasını yere attı, asa büyük bir yılana dönüştü. Elini koynuna sokup çıkardı ve eli bembeyaz bir şekilde parladı. (Şuara, 26/29-33)

Firavun, hakikate karşı gözlerini ve kalbini kapatmıştı, Hz. Mûsâ ve onun kavmini kendisine köle kabul ediyordu. Bunun için Hz. Mûsâ’nın apaçık mucizelerine inanmadı, Hz. Mûsâ’nın kendisine büyü yaptığını sandı. Ancak psikolojik mahkûmiyet ve mağlubiyetten kurtulması gerekiyordu. Bu maksadını tahakkuk ettirmek amacıyla memleketindeki tüm sihirbazları çağırıp Hz. Mûsâ’yı mağlup etmek istedi ve etrafa görevliler gönderip tüm sihirbazları çağırdı. Bir rivayete göre 15 bin, bir rivayete göre 17 bin, bir rivayete göre 30 binden fazla sihirbaz gelip toplanmıştı. Ancak bu rivayetlerin oldukça mübalağalı olduğunu düşünüyoruz. Nihayet onlarca belki de yüzlerce sihirbaz gelip toplandı. Mısır halkı da gelip toplanmıştı. Manzarayı temaşa ediyordu. Herkes sihirbazların Hz. Mûsâ’yı mağlup edeceğini sanıyor ve bunu bekliyordu. 

Sihirbazların hepsi gelip toplandıktan sonra Hz. Mûsâ’ya önce biz mi asalarımızı atalım veya sen mi atacaksın? dediler. Hz. Mûsâ siz atın dedi. Onlar ellerinde bulunan asa ve ipleri yere attılar. Yere atılan binlerce asa ve iplerden her biri birer yılana dönüştü, vadiyi doldurdular. Yılanlar hareket edip her biri sağa sola kaçışıyordu. Manzara çok korkunç idi. Bunun için ayette büyük bir sihir yaptılar, (Araf, 7/116) diye buyrulmaktadır. Bu korkunç manzara karşısında ilk etapta Hz. Mûsâ da korktu. Hakikatte ise yere atılan asa ve ipler yılana dönüşmemişti, sadece insanlara yılan olarak gözüküyordu. Bunun için ayette insanların gözlerini büyü yaptılar (Araf, 7/116), diye ifade edilmektedir. Tam bu esnada Cenâb-ı Allah Hz. Mûsâ’ya sasını yere atmasını emretti. Hz. Mûsâ asasını yere atınca asa büyük bir yılana dönüştü ve sihirbazların yılan gibi gözüken tüm asalarını ve iplerini teker teker yuttu, ortalıkta hiçbir şey bırakmadı.

Sihirbazlar bunu görünce bunun büyü olmayıp çok büyük bir mucize olduğunu anladılar ve iman ettiler. Firavun gördüğü bu büyük mucizeye rağmen yine iman etmedi ve bu, bir plandır ki siz daha önce bu planı kendi aralarınızda yapmışsınız, dedi ve dinden dönmedikleri takdirde tüm sihirbazları dar aracığına asmak suretiyle idam edeceğini söyledi. Buna karşılık dağlar kadar sağlam bir iman ile iman eden sihirbazlar, istediğini yap, sen ancak bu dünya hayatında hükmünü icra edebilirsin, biz Rabbimize iman ettik ki günahlarımızı bağışlasın, dediler. (Bu anlattıklarımız, Araf Suresi, 104 ile126 ayetleri, Taha Suresi, 24 ile 73, Şuara Suresi, 10 ile 51. ayetlerinde anlatılmaktadır. Biz konuyu özet olarak anlattık.)

Bu büyük mucizeyi gördüğü halde Firavun iman etmedi. Zira o Hz. Mûsâ’ya karşı önyargılı idi. Ayrıca insanlık tarihinin en büyük zulmünü yapmıştı. Hz. Mûsâ’ya iman ettiğinden dolayı kendi eşi Hz. Asiye’yi bile işkenceyle şehit etmişti. Bununla da yetinmemiş haddini çok çok aşarak rububiyet iddiasında bulunmuştu. Bundan olmalıdır ki Cenâb-ı Allah da ona karşı hidayet kapısını kapatmıştı, ona hidayet nasip etmiyordu. Cenâb-ı Allah’ın hidayet nasip etmesi için insanın bir iyiliğinin olması lazımdır. Firavun ise iyilik namına hiçbir şey yapmamıştı. Neticede hidayet Yüce Mevla’nın elindedir. O, dilemeyince kulun iradesi tek başına yeterli değildir. Ayette de, “Âlemlerin Rabbi delemediği müddetçe siz dileyemezsiniz” (Tekvir, 81/29) diye buyrularak bu hususa dikkat çekilmiştir.

Firavun Hz. Mûsâ’ya iman etmediği gibi İsrail oğullarına zulüm yapmaya devam ediyordu. Nihayet tarihin sahnesinden silinmesi zamanı gelip çatmıştı, artık o, iman etmeyen kavmiyle birlikte yok edilerek uhrevi azaba yani cehenneme gönderilecekti. Bunun için Cenâb-ı Allah Hz. Mûsâ’ya vahiy gönderip bir gece şehri terk etmesini emretti. Yüce Mevla’dan bu emri alan Hz. Mûsâ kavmine haber salıp gece erkenden evlerinden çıkmasını istedi. Onlar da aynısını yaptılar, herkes evinden çıkıp belirlenen yerde toplandı. Hz. Mûsâ’nın gideceği istikamet de belirlenmişti. Onun yol Kızıl denize varıyordu. İsrail oğullarının şehri terk ettiğini öğrenen Firavun, zaman kaybetmeden kavmine haber salmış, herkesin çıkıp toplu olarak İsrail oğullarını takip etmesini emretmişti. Firavun hızlıca kavmini toplayıp İsrail oğullarını takibe aldı. Hz. Mûsâ da kavmi ile birlikte denizin yanına varıp bekliyordu.

Firavun kavmi ile birlikte yaklaşınca her iki topluk birbirini gördü. İsrail oğulları Firavun’un kavmini görünce endişeye kapıldı ve bize kavuşuldu, demeye başladılar. Onlardan Yuşa b. Nun adında biri Hz. Mûsâ’nın yanına varıp kendisine Cenâb-ı Allah sana hangi yoldan gitmeni emretti, diye sordu. Hz. Mûsâ bu yolu dedi ve tam bu sırada Cenâb-ı Allah Hz. Mûsâ’ya asanı denize vur, diye vahiy gönderdi. Tefsirlerde nakledilen bir rivayete göre Cenâb-ı Allah daha önce Mûsâ asasıyla sana vurunca onun için parçalara ayrıl, diye denize vahiy etmişti. İsrail oğulları denizin yanına varınca denizin dalgalandığını gördüler. Hz. Mûsâ asasını denize vurunca deniz Cenâb-ı Allah’ın emriyle yarıldı ve denizde 12 yol açıldı. Birbirinden ayrılan suyun her bir kütlesi dağlar gibi oldu. Ayette bu husus şöyle ifade edilmiştir: “Biz, asanı denize vur diye Mûsâ’ya vahiy ettik, (Mûsâ asasını denize vurunca) deniz birbirinden ayrıldı ve her bir su kütlesi büyük bir dağ gibi oluverdi.” (Şuara, 26/623) Bir rivayete göre bu sırada bir rüzgâr esmiş ve denizin zeminini kurutmuştu. İsrail oğullarının her kabilesi bir yolu tutup karşıya geçmeye başladılar.

Firavun kavmiyle birlikte denizin yanına varınca denizin yarılıp denizde 12 yol açıldığını gördü. Hz. Mûsâ kavmiyle birlikte hayli uzaklaşmıştı. Mağrur Firavun kavmiyle birlikte açılan yollara girip İsrail oğullarını takip etmeye devam etti. İsrail oğullarını tamamı karşı tarafa geçip Firavun’un kavminin tamamı denizin içindeki yollara girdikten sonra Cenâb-ı Allah’ın emriyle deniz birleşti ve Firavun kavmiyle birlikte denizde boğuldu. Azgın Firavun boğulacağı sırada iman edip “kendisi dışında ilah olmayan ve İsrail oğullarının kendisine iman ettiği ilaha iman ettim ve ben Müslümanlardanım, dedi. (Yunus, 10/90) ancak çok geç kalmış ve iş işten geçmişti. Zira ye’s anında iman kabul olmaz. Yani insanın yaşama ve kurtulma imkânının bulunmadığı bir anda iman edilirse Cenâb-ı Allah bu imanı kabul etmez.

Hz. Mûsâ ve İsrail oğulları için denizin yarıldığı, onların denizden geçtiği ve Firavun’un kavmiyle birlikte denizde boğulduklarıyla ilgili kıssa Şuara Suresi, 52-66 ayetlerinde kısaca anlatılmıştır. Ayrıca “Hani o zamanı hatırlayın ki sizin için denizi yardık, sizi kurtardık ve sizler baktığınız halde Firavun’un ailesini denizde boğduk” (Bakara, 2/50) ayetinde de bu konuya temas edilmiştir.