Ülke olarak yine hareketli bir dönemden geçiyoruz. Ankara’da siyaset hızla dönerken, sokakta hayat ağır aksak ilerliyor. Televizyon ekranlarında büyük sözler uçuşuyor ama mahallede hâlâ çukur kapanmıyor, köyde suyun basıncı düşük, esnafın dükkânında ışıklar erken sönüyor.

Siyasetçiler kürsülerde “millet için” konuşuyor; ama milletin kendisine kulak veren pek az. Yerel yönetimler seçim döneminde “katılımcı belediyecilik” derken, seçimden sonra vatandaşın kapısı bir türlü çalınmıyor. Oysa memleketin gerçek hikâyesi orada başlıyor — sokakta, pazarda, durakta, tarlada.

Bugün bu köşeden bir şeyin altını çizmek istiyorum:
Yönetenle yönetilen arasında koptu kopacak bir bağ var.
Merkezde alınan kararlar yere inmediğinde, o kararların kâğıt üstünde kalmasının faturası yine vatandaşa çıkıyor.

Bir park yapılmış ama bakım yok, bir yol açılmış ama tabela eksik, bir bütçe ayrılmış ama hesap verilmiyor. Halk ise, sabırla bekliyor; “belki bu sefer değişir” umuduyla.

Siyaset konuşmayı çok seviyor, ama dinlemeyi unuttu.
Oysa yereldeki bir muhtarın, bir pazarcının, bir öğretmenin anlattıkları bazen Meclis’teki yüz konuşmadan daha gerçektir.

Bu köşede amacım eleştirmekten çok, duyurmak.
Dertleri, eksikleri, ama aynı zamanda güzel örnekleri de anlatmak. Çünkü iyi yapılan işler de takdiri hak eder.
Eleştirinin amacı yıkmak değil; daha iyisini istemektir.

Memleketin nabzı sandıklarda değil, sokakta atıyor.
O nabzı birlikte tutalım.