Küçük bir kasabada yaşayan mutlu bir karı koca vardır. “Gül dikensiz olmaz!” hesâbı bu âilenin de kendilerince büyük bir derdi vardır. Uzun süredir evli olmalarına rağmen henüz bir çocukları olmamıştır. Aradan yıllar geçtikçe artık onlar da çocuk sahibi olma hakkındaki umutlarını bir kenara koyarlar. Allah’tan cc﴿, ümit kesilmez ya hiç beklemedikleri bir zamanda kadının hâmile olduğunu fark ederler. Kadının eşi ise hayâlci, aceleci, heyecanlı ve yerinde duramayan bir kişiliğe sahiptir. Hâmilelik lafını duyar duymaz hayâl dünyasında uzun vâdeli planlar yapmaya başlar bile. Bir gün hanımına:

▬ Karıcığım, sözlerimi iyi dinle sana müjde veriyorum! Çocuğumuz erkek olacak. Yuvamıza hayırlar getirecek ve gözümüzü aydınlık kılacak. Düşünmeye başladım bile ona güzel bir isim vereceğim. Onun için özel öğretmenler tutacağım. Yemesiyle, içmesiyle, oyunuyla, eğitimiyle bizzat ben ilgileneceğim. Bir baba olarak üzerime düşen vazifeyi fazlasıyla yerine getireceğim. Onun mükemmel yetişmesi için elimden gelen her şeyi yapacağım.” der. Bu hayâlci sözler üzerine bir hoş olan kadın:

▬ Bey, neden bu kadar acele ediyorsun? Kız çocuk da erkek çocuk da Allah’ın bir lûtfudur. Biz nereden biliriz karnımdaki yavrucağın cinsiyetinin ne olduğunu. Hem doğum için önümüzde daha aylar var bakalım sağlıkla kucağımıza alabilecek miyiz? Sen tutmuş çocuğu göndereceğin okulu ve öğretmeni düşünüyorsun şimdiden. Sonucunu kesin olarak bilmediğin şeyler üzerinde bu kadar planlar yapmak doğru mu? Biraz sabırlı ol, acele etme. Senin bu durumun yağını, balını başına döken adamın hikâyesindeki anlatılana benziyor.” der ve başlar anlatmaya:

Tüccarın biri fakir bir adama düzenli olarak yağ ve bal gönderir. Fakir adam, bunların birazını yer kalanını ise kaba koyar, evin bir köşesine asarak saklar. Aradan zaman geçtikçe kap gitgide dolmaya başlar.

Bir gün kabın ağzına kadar dolduğunu gören adam, eline sopasını alarak sırt üstü yatar ve hayal dünyasında başı üstünde asılı duran yağ ile bal kabına bakarak fiyatlarını hesaplamaya başlar.

▬ Bu kapların içindeki yağ ile balı satsam iki altın eder. İki altınla on tane dişi koyun alsam bu koyunlar da gebe kalsa her beş ayda bir yavrularlar. Doğan yavrular bir yıl içinde büyür. Elbette onlar da yavrulayacak öyleyse iki yıl içinde yüzlerce koyunum olur. Gâyet mükemmel bir rakam! Koyunları satarsam yerine yüz inek, yüz de öküz alırım. Sadece hayvancılıkla olmaz tabi, biraz da toprak almak lazım. Toprağı ekerim. İneklerin sütünü satarım, yavrularını büyütürüm. Beş yıl böyle çalışırsam büyük bir servetin sahibi olurum. Sonra kendi gönlüme göre bir ev kurar, hayırlı bir kadınla evlenirim. Doğacak olan evlâdıma da güzel bir isim koyarım. Babası olarak terbiyesiyle, eğitimiyle özel olarak uğraşırım. Onu özenle büyütürüm.” Fakir adam, böyle tatlı tatlı hayal kurarken farkına varmayarak elindeki sopayı başucunda asılı duran yağ ile bal kaplarına çarpar. Kapların içindekiler tamamen adamın üzerine dökülür. Kadın bu hikâyeyi kocasına anlattıktan sonra şöyle der:

▬ Bey, bu masalı sana aceleci olma diye anlattım sana. Hayâlci olma, hızlı hızlı koşma, yavaş ve temkinli at adımlarını. Sonucu kesinleşmeyen bir iş hakkında ileri geri konuşma! Bir işin gerçekleşmesi için gerekli olan şeylerden biri de sabırla beklemektir unutma!” der eşine ve bizlere büyük bir ders verir âdeta.

İsrâ Sûresi 36. âyetinde Yüce Rabbimiz: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” buyurmaktadır.

Kişinin bilmediği bir şeyin peşine düşmemesi, bilgisiz hüküm vermemesidir. Âyette insanın bilmediği bir konuda söz söylemesi, hüküm vermesi, bilgisizce davranması, bilmediği tanımadığı kişiler hakkında ileri-geri konuşması, daha özel olarak yalancı şâhitlik yapması, iftira atması, kısaca bilgi sahibi olmadan tahmine göre herhangi biri için maddî veya mânevî zarara yol açacak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmaktadır. İnsan ya duyduğu ya gördüğü ile veya akıl ve vicdânıyla hareket eder; yâni bilgilerimiz ya habere ya gözleme ya da akla dayanır. Âyette bu bilgi kaynaklarının doğru kullanılması gerektiği, bunlardan sorumlu olunduğu ifâde edilmektedir. Kuşkusuz bu yasak, insan ilişkileriyle ilgili olup bilimsel ve fikrî konularda kurallara uygun olarak tahminler yürütmek, görüş belirtip ictihadlarda bulunmak meşrû, hatta gereklidir. Nitekim Hz. Peygamber, Kitap ve Sünnet’te delil bulunmaması halinde şahsî görüş (re’y) istikâmetinde uygulamalarda bulunmayı tasvip etmiştir. İslâm hukukunda kıyasın delil sayılamayacağını kabul edenlerin dayanaklarından biri de bu âyettir. Çünkü âyet uygulamada kesin bilgiyi emretmektedir; oysa kıyas zanna dayanır. Ancak bu görüş azınlıkta kalmıştır.

Bir adam İmâm-ı Rabbânî’ye kendisini şikâyet eder.

▬ Kur’ân-ı Kerim’den her månayı anlamıyorum.” der. İmâm-ı Rabbânî muhâtabına:

▬ Anlamayınca: ‘Ben âcizim bilmiyorum’ deyiniz.” der ve; “Ben yetmiş yaşıma yaklaşıyorum, daha anlamadığım o kadar çok şeyler var ki. Kur’ân-ı Kerim’in başına senelerce, otur kalk, otur kalk daha yeni yeni anlamaya başladım. Efendimiz bir hurma ağacı dikti, hemen oluverdi. Mevlâ Teâlâ dilese hepimizi böyle yapar ama bizlere teenni (acele etmeme) yi öğretiyor.” der. Edirneli Hâtemî:

“İrüşür menzil-i maksûduna âheste giden,  

Tîz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır.” der.                              

“Âheste giden hedefine varır; acele edenin ayağına eteği dolaşır.” Yâni; usûlünce hareket edenler gitmek istedikleri yere kolaylıkla varırlar; işlerinde lüzûmsuz yere acele edenler ise çok defâ istemedikleri ve beklemedikleri engellerle karşılaşırlar, etekleri/paçaları ayaklarına dolaşır, hedeflerine ulaşamazlar. İşlerini, az da olsa devamlı ve düzenli yapan, ayağını sağlam basarak ilerleyen hedefine ulaşır. Acele ile iş yapanların ayakları bir yerlere takılır, tökezler, düşer. Çünkü acele etmek, yaratılış kanunlarına, eşyanın tabiatına aykırıdır. Acele eden eşyayı ve oluşu anlayamaz, olaylara nüfuz edemez, müdâhil de olamaz, oluşun dışında kalır. Hâtemî’nin bu beyti şu hadîsin açıklaması gibidir: “Orta yolu tutunuz. Amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz ve telâşsız gidin, orta yolu tutun ki varacağınız hedefe ulaşabilesiniz.”

Hz. Âişe, Resûlullah’a (s.a.v.), “Allah katında amellerin en sevimlisi hangisidir?” diye sorduğunda, “Az da olsa devamlı olanıdır.” buyurur.

UNUTMAYIN! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…