Cengiz Han, Buhara halkına bir haber gönderir.

Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla aman vermeyeceğiz!” Müslümanlar iki gurup olur. Bir gurup:

Asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak gazi olur, şerefimizle yaşarız” derler. Öbür gurup ise:

Kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir hem silah hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez” derler ve teslim olurlar… Cengiz Han, silah bırakıp da teslim olanlara:

Teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galip geldiğimizde, şehrin yönetimini size bırakalım” der. Böylece iki Müslüman gurup savaşmaya başlar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galip gelir. Savaştan sonra Cengiz Han, kendisine teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emreder ve sonra meşhur sözünü söyler:

Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar!” Ve asr-ı saadetten bir örnek:

Hoca Efendi Uhud dağına uzun uzun bakar ve hûccaca sorar:

▬ Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?” Cevap yoktur. Tekrar eder soruyu:

▬ Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?” Üçüncü tekrarın sonunda muhibbanları mahçup bir edâ ile:

▬ Bilmiyoruz hocam, söyleyin de öğrenelim.” derler. İşte o an her birimizin beynini, kalbini titretmesi gereken şu kelamlar dökülür Hoca Efendinin dilinden:

▬ Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi? İnanın bunu ben de bilmiyorum. Aslında hiç kimse bilmiyor! Bu asla İslâm tarihinde de yazmaz. Hatta o okçular kimdi öz çocukları dâhi bilmez, hanımları da bilmez. Çünkü Ashab-ı kiram kimseye söylememiş, saklamış! Ağızlarından bu konu hakkında hiçbir şey çıkmamış. Hatta ve hatta yıllar sonra Cemel, Sıffın gibi hâdiselerde birbirlerine ters düştükleri vakitlerde dâhi;

▬ Sen zaten Uhud’da da tepeyi terk etmiştin!” dememişlerdir! Orada dâhi birbirlerini hataları ve kusurları ile vurmamışlardır. Ya Rabbi. Bu nasıl bir ahlak.

Kıssadan Hisse:

Hatalı diye kardeşlerine düşman olup, gerçek düşmana yaranmaya çalışırsan, düşmanın oyuncağı ve zulümlerinin de ortağı olursun! Eğer değerlerini, diğerlerinden ayıramıyorsan, meğerlerini bir cebine, keşkelerini öbür cebine koyacaksın….

İnsan, kalbinde ne taşıyorsa, dünyaya bakınca da onu görür.

Bu yüzden iyilik ya da kötülük, dünyada ve zamanda değil; insanın sadece yüreğinin içindedir! Efendimiz (s.a.v.): “Zamana sövmeyin, zîrâ zamanın yaratıcısı Allah’tır.”

Zaman, bir yerden bir yere doğru bir hareketin olmasıdır. Hareket yoksa zamansızlık vardır. “İlmin bir nokta olması gibi.” der, Hz. Ali.

Kötülüğü İYİLİKLE,

Açgözlülüğü CÖMERTLİKLE,

Yanlışları DOĞRULUĞUN İZZETİYLE,

Yalanı HAKİKATİN DÜRÜSTLÜĞÜYLE BERTARAF Edip YENİLENEREK;

SEVGİSİZLİĞİN Soğukluğundan;

BİLİNÇSİZLİĞİN Karanlığından KURTULUP.

GÜN gibi Aydınlık;

GÜNEŞ gibi Sımsıcak FARKINDALIK AYDINLIĞINA ve YÜREK İNŞİRAHLARINA Erişeceğimiz SAĞLIK VE AFİYET DOLU HAYIRLI UZUN ÖMÜRLER DİLİYORUM...!

           Selâm ve duâ ile…