Eğer gerçekten bir şeyler öğrenmek istiyorsa, Hacer Hanımın kapısı açıktı. Gelinin babasının evine gittiğini duyan, gören kadınlar, fırsatı değerlendirmek, gelinin dedikodusunu yapmak için gelmişlerse de, Hacer Hanım, hepsinin elini boş olarak ve biraz da nasihat çekerek yolluyordu. Gelip gidenler, ﴾Ne biçim kaynana, gelinine toz kondurmuyor﴿ diyorlardı. Serinköy’de yemekler yenip erkekler yatsı namazı için camiye gidince, hemen annesi Ayşe’yi yanına oturtup geçimini sordu. Kaynanasıyla arasının iyi olup olmadığını sordu. Ayşe şikâyetçi bir tavırla:

▬ Anne, doğrusunu istersen Hanımannemden şikâyetçiyim, beni hep utandırıyor.” Ayşe’nin annesi iyice meraklanmıştı. Hem kaynanam demiyor, ﴾Hanımannem﴿ diyor. Hem de kendisini utandırdığını söylüyor.

▬ Kızım nasıl utandırıyor? Bağırıp çağırıyor mu? Kocanın yanında, kusurlarını mı sayıyor?” Ayşe gülerek cevap verdi:

▬ Anne, bir işin başına varsam. Hemen, ﴾Sen daha misâfirsin﴿ diyor. Sabah benden önce kalkıyor. Evi süpürüyor. Kahvaltıyı hazırlıyor. Bulaşıkları bile bana yıkatmıyor. Sen olsan utanmaz mısın?” Annesi şöyle bir oh çektikten sonra, memnuniyetini bildirdi:

▬ Çok sevindim. Ben şimdi çâresine bakarım.” Hemen telefonu aldı. Hacer Hanımı aradı.

▬ Buyurun! Ben Hacer!”

▬ Ben de Ayşe’nin annesiyim. Kızım akşam eve yemeğe gelince sizden şikâyet etti. ﴾Artık kocamın evine gitmek istemiyorum. Beni oraya gönderme! Çünkü kocamın anası beni çok mahcup ediyor﴿ dedi.”

▬ Hayrola nasıl mahcup ediyormuşum?”

▬ Orasını siz bilirsiniz. Bir haftalık geline yaptığınız revâ mı?” Hacer Hanım iyice şaşırmıştı. Suçunu öğrenmek istiyordu:

▬ Suçum neymiş? Öğreneyim de bir daha yapmayayım!”

▬ Biz, kızımızı oraya hizmet etmesi için gönderdik. Siz, kızımızın hizmetine mâni oluyormuşsunuz. Zavallı, evde suçlu gibi duruyormuş. Bugünden tezi yok, bütün işleri kızım yapmalı.”

▬ Hay Allah ﴾cc﴿, beni korkuttunuz. Ben de acaba ne suç işledim diye merak ediyordum. Özür dilerim. Bir daha onu memnun edecek şekilde hareket ederim!”

▬ Hacer Hanım, şaka yaptım. Kızım sizden çok memnun; ama artık misâfirliği kalmadı. Lütfen işlere yardım etsin!” Ayşe de telefonu dinliyordu. Annesinin sözlerinden utandı. Hacer Hanıma bir şeyler söyleyecekti, vazgeçti. Annesi memnuniyetini bildirip teşekkür ederek ayrıldı. Namazdan çıktıktan sonra gitmek için hazırlandılar. Annesinin isteği üzerine Ömer, biraz hediye alıp Ayşe’nin çantasına koydular. Sevinerek evlerine geldiler. Sabah Halid okula gittikten sonra, Hacer Hanım eskisi gibi evin işlerini yapmaya başladı. Ayşe yanına gelince dedi ki:

▬ Kızım, sen bu evde misâfir değilsen bile acemisisin. Hangi eşyânın nerede olduğunu bilmezsin. Yemeğe tuz koyacak olsan iki saat tuz ararsın. Bıçak lazım olsa bıçak ararsın. Gel ben sana her şeyin nerede olduğunu göstereyim! Bak, çatal kaşık burada. Tuz biber şurada. Bir çivi çakman gerekebilir. Çiviler ve çekiç şuradadır.” Hacer Hanım, süpürgeye varıncaya kadar her eşyanın teker teker yerini gösterdi. Kendisi çok intizamlı idi. Gelinin de öyle intizamlı olmasını istiyordu.

▬ Bak kızım! Aldığın şeyi yerine koymazsan, evde eşya aramakla başın döner. Bu evin prensibi böyledir. Her eşya alındıktan sonra yerine konur. Kendi odanı da böyle yap! Oğlanın pijamasını devamlı bir yere koy! Gömlekleri, atletleri belli bir yerde dursun. Çorabınızı, mendilinizi, hâsılı bütün eşyanızı belli bir yere koyup oradan almalısınız. Bir gün başka yere koyarsan bulunamaz. Ben oğlumu bu intizamlığa alıştırdım diyebilirim. Tıraş makinesinin yeri bellidir. Kravatını, ceketini her gün belli bir yere asar. Bugün şu askıya, öbür gün başka bir askıya asmaz. Ara sıra imtihan ederim. ﴾Aynanı ver bakalım﴿ derim. Hiç ceplerini karıştırmadan verir. Tarağı, misvakı, para cüzdanı dâima belli yerdedir. Meselâ çakısı, bugün sağ cepte ise diğer bir gün sol cebine koymaz. Eğer bunlara riâyet etmezsen, kendin rahatsız, huzursuz olursun. Ben tecrübelerimi sana bildirdim. Çamaşır yıkayacak olsan, deterjanın yerini biliyor musun?” Ayşe biraz düşündükten sonra:

▬ Alışacağız anne” dedi.

▬ Kızım işleri şimdilik tamamen sana bırakırsam şaşırabilirsin. Şimdilik yine ben yapmaya çalışayım. Sen bana yardım et! Sen öğrendikten sonra da ben sana yardım etmeye çalışırım.”

▬ Nasıl istersen anne!”

▬ Annene şikâyet yok tabii.”

▬ Utandırıyorsun anne!”

▬ Kızım, ben evde bulanmadığım zamanlar eve komşular gelebilir. Sana kaynananla iyi geçinip geçinmediğini sorarlar. Maksatları senin derdine çâre bulmak değildir. Senden duyacağı birkaç söz yanına birkaç daha ekleyip sağda solda anlatmaktır. Ev hâli, oğlum veya ben seni üzebiliriz. Derdini ona buna anlatmakta fayda yoktur. Kötü bile olsan, soranlara iyiyiz diye cevap ver.” İşte İslâm’ın bizlere anlattığı / anlatmaya çalıştığı gelin-kaynana, hısım, akraba ve eş ilişkileri bu minval üzeredir.

Gelinlerin her şeyden önce bir gün kendilerinin de yaşlanacağını düşünmesi, her evli çiftin, kaynanasının eşinin annesi olduğunu, eşinin kendi annesine nasıl davranmasını istiyorsa, kendisi de eşinin annesine öyle davranması gerektiğini kabullenmesi gerekir. Eşinin akrabalarına iyi davranmasının eşini mutlu edeceğini bilerek davranması gerekmektedir. Gelin kaynanasını annesi gibi görüp, problemlerin çözüm aşamasında onun tecrübesinden faydalanması, zaman zaman akıl danışması hem kendini hem de onu mutlu edecektir. Bunun yanı sıra kayınvâlide de her şeyden önce gelinini bir yabancı ve bir düşman gibi görmemelidir. Kayınvâlide, gelinine “kızım” der ve kızı gibi davranırsa, gelin de onu annesi gibi görecek ve ona göre hareket edecektir. Kayınvâlide büyüklüğünü bilmeli, gelinin acemilik ve gençlik hatalarını büyütmemelidir.

Hayat çok kısa. Hayatı daha güzel yaşamak için. Biraz duygudaşlık (hemhâl olma) yeterde artarda.

Hâsılı kelâm; “Seven, sevdiğinin sevdiğini de sever.” İlkesi ön plana çıkarıldığında hayatımız, evlerimiz, çocuklarımız, bizler velhâsıl toplum hayatı güzel yaşayacaktır. Hayatı sevdikleriyle dolu dolu ve güzel yaşayanlara selâm olsun. Yaşayamayanlara da Mevlâ’m yaşamayı nasip eylesin inşallah...

Selâm ve duâ ile…