Almanca dersinin Alman hocası çok disiplinlidir. Bilhassa zaman açısından hiç müsamahası yoktur. Bir hafta boyunca, kimin kaç dakika geç geldiğini tespit eder ve onları geç kaldıkları süre kadar sınıfta tutar. Bu durum, kursa zor zaman ayıran kursiyerlerin hiç de hoşuna gitmez. Bir gün, haftalık cezâsı 18 dakika tutan bir kursiyerin kızarak:

▬ Neredeyse saniyeleri hesap edeceksiniz. Neyse hatırınız için başka bir zaman on dakika sınıfta kalayım. Şimdi çok acil bir işim var…” der. Hoca, bir süre kursiyeri süzdükten sonra:

▬ Olmaz. Çünkü siz önem verdiğiniz işlerde bu kadar hassas olsaydınız, şimdi benden 18 dakikalık bu cezâyı almazdınız. Zîrâ ders de sizin için önemli bir iştir. Bu bakımdan şimdi kalacaksınız ve 18 dakikalık bir ders vereceğim size.” der ve devamla: “Arkadaşlar zamanı iyi kullanmıyorsunuz.” diyerek bir broşür gösterir ve:

▬ Şuna bakınız lütfen. Bu bir tren tarifesidir.” Kursiyer göz ucuyla bakıp iâde edecektir ki:

▬ Hayır, daha iyi incelemenizi istiyorum” der hoca. Trenlerin kalkış ve varış saatleri değişik ve karmaşıktır. Meselâ trenlerin kalkış ve varış saatleri 08:03, 11:56; 15:11,18:26, 20:43 gibi küsûratlı şekilde düzenlenmiştir. Cezâlı kursiyer:

▬ Bakın, işte burada da Avrupalı kafasının mantıksızlığı açıkça görülüyor. Ne demek yâni 3 geçeler, 4 kalalar, 11 geçeler, 17 kalalar. Şuna üç buçuk, dört buçuk deseniz olmaz mı? Hiç olmazsa çeyrek deseniz de akılda kalacak bir saat olsa olmaz mı?” der. Alman Hoca hafif bir tebessümle:

▬ Lütfen! Kendinize hakâret etmeyin. Çünkü bu tarifenin böyle düzenlenmiş olması “Avrupalı Kafa”nın mantıksızlığı değil, “Müslüman Kafa”nın tutarlılığıdır. Çünkü biz, saati de zamanı kullanmayı da Müslümanlardan öğrendik. Siz Müslümanların ibâdetlerinde yer önemli değildir. Dünyanın her yerinde ibâdet edilebilir. Ama zaman çok önemlidir. Çünkü her ibâdetin kendine âit bir vakti vardır. Hatta bu vakit, ibâdetin şartıdır. İbâdetlerin vakti de bizim tren tarifesi gibi hep küsuratlıdır. Üstelik bu vakitler de sürekli değişirler. Böylece Müslümanlar, her gün değişmekte olan zamana karşı uyanık durma, zamanın kıymetini anlama ve onu iyi değerlendirmeye yönlendirilmektedir. Bizim zamana bakışımızın ilham kaynağı siz Müslümanlarsınız.” diyerek kursiyere unutamayacağı aslında bizimde unutmamamız gereken önemli bir ders verir.

Zaman, sessiz bir testere misali ömrü tüketmektedir. Akrep ve yelkovan arasında kalan her an, farkına varmasak da, geçmişe dönüşmektedir.

Dakik olmak, dikkat ve rikkât ister. Söz verilmiş vakitler için özellikle geçerli ve gerekli bir kuraldır bu. İnce bir ayarla zamanı tanzim etmek ve dikkatli bir şekilde vakte riâyet sözün hakkını verdirir. Buluşma vakitlerinde kişi kendine ve diğerlerine olan ihtimamı ile buluşur aslında ve bir nevi sözünün sınandığı o zamanlardır.

Biz kullarını terbiye eden, gözetip koruyan, nimet veren, ıslah edip geliştiren Rabbimiz imsak, iftar, namaz vakitleriyle bir nevi ders verip bizleri imtihan eder. İnce bir ayarla tâyin edilmiş bu vakitlere göre ibâdetimizi yapmamız istenir. Ne erken ne geç... Vaktinden önce namaz edâ edilemeyeceği gibi vaktinden sonra da edâ edilemez. Bizden istenen dikkatli ve dakik olmamızdır. Bir dakika ile namazı geçirebilir, oruca niyet edemeyebiliriz ya da bir dakika ile tüm gün tutulan orucu kaza etmek durumunda kalabiliriz.

Dakikalarla imtihan olduğumuz, nedâmetle hayıflandığımız zamanlar da olur bâzen hayatın içine serpilen. Bir dakika ile uçağı kaçırmak, bir saniye ile kazaya karışmak gibi... Ya da bütün yıl hazırlanmış bir öğrencinin bir dakikayla sınav salonunun kapısından geri dönmesi gibi. Zâyi ettiğimiz nice vakitlerin zerresi elimizde olsa şu an her şey bambaşka olurdu diyeceğimiz anlar gibi... Ömrümüzün en değerli hazineleri getirebileceğini ama en değerli hazinelerin ömrümüzü geri getiremeyeceğini anladığımız vakitler gibi...

İbnü’l-Vakt olmasıyla bilinen mü’min, dakika kıymeti bilen, vaktine sadık, ömrüne vefâlı olandır. Sadece kendi vaktini değil, başkalarının da vaktini koruyup kollayandır. Söz verilmiş vakitlere sadık olamadığında sadece kendi ömrünün değil, başkalarının da ömrünün hakkına girdiğinin farkında olabilendir. “Yel”, “kovan” gibi, yele kapılan değil, yelde sürüklenmeden attığı adımın ince ayarını kaçırmayandır. Günün önünde yürüyendir, ayaklarını sürüyerek, tökezleyerek kovalayan değil, hayatının dümenini elinde tutandır. Vaktinde varmanın vakarını kuşanandır.

“Asr”a yemin edilir Kur’an’da ve devamında eşi benzeri bulunmaz, geri gelmez bir fırsat olarak önümüze serilen vaktin kıymetini bilemeyenlerin ziyânından bahsedilir. Bu ziyân dünyada yaşarken bereketsizlik olarak hissettirir kendini. Birçok işi makineler yapsa da imkân çoktur, bereket yoktur. Vaktin içine sığamayız, sığdıramayız. Hâlbuki “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” buyurarak Rabbimiz bizden şükür ister. Şükür nimet kıymeti bilmektir. Vaktin kıymeti de vakti ve ömrümüzü bize lütfeden Rabbin rızâsına muvâfık olacak ve hesâbını verebilecek şekilde değerlendirmekle bilinir. Vaktini boşa geçirip şikâyet ederek değil, vaktini hayırla doldurup şükrederek bilinir. Hâsılı kıymet; aldığımız her nefeste verdiğimiz sözlere riâyet ederek bilinir. (diyanethaber)

Selâm ve duâ ile…